Duygu Durumu: Karmakarışık!

Sosyal medya platformlarında hızla değişen içerikler, birden fazla görevi aynı anda yapma becerisi gerektirdiği için "anterior cingulate cortex"teki gri madde yoğunluğunu azaltıyor. Bu da olaylara gerektiği şekilde reaksiyon verme yeteneğimizi zayıflatıyor.

Telefonum elimde, kahvemi yudumlarken Twitter’da haberlere şöyle bir göz gezdiriyorum. “Ailesinin mevsimlik işçi olarak çalıştığı tarlada uyurken üzerinden kamyonet geçen küçük kız hayatını kaybetti!” Bir anne olarak içim parçalanıyor ama hemen sonraki twite geçiyorum. Bir yemek tarifi, daha sonra denemek üzere kaydediyorum. Bir sonraki twit, özel bir bakımevi çalışanlarının engelli hastalara eziyet edip eğlendikleri anların nefret uyandıran videosu. Haberlere göz gezdirmeye devam ediyorum. Sonra komik bir kedi videosu çıkıyor karşıma, ağız dolusu gülerken buluyorum kendimi. Birkaç dakika içerisinde üzüntüden öfkeye, mutluluktan nefrete pek çok duyguyu birden yaşıyorum. Baş döndüren bu hızlı akışta bütün hislerim “yarım” kalıyor.

Art arda ve çok hızlı bir biçimde maruz kaldığımız tüm bu uyaranlar, duygularını tam olarak yaşayamayan varlıklara dönüştürüyor bizleri. Zamanla hadiseler karşısında tam anlamıyla üzülemiyor, sevinemiyor, heyecanlanamıyoruz. Normal şartlarda günlerce aklımızdan çıkmayacak bir olayı izlerken üzüntüyle iç çektikten hemen sonra, başka bir şeye kahkaha atarken bulabiliyoruz kendimizi. Bütün bunlar, duyguları “doya doya” yaşayamamamıza sebep oluyor. Gülten Akın’ın “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya” dizelerindeki gibi, durmaya, anlamaya, yaşamaya vakit bulamıyoruz çoğu zaman.

Oysa üzülmek de sevinmek gibi bir ihtiyaç. Geliştirdiği psikanaliz kuramlarıyla yirminci yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Fransız psikanalist ve psikiyatr Jacques Marie Emile Lacan, “Usulüne göre gömülmeyen her şey hortlar.” diyor. Freud ise bunu, “bastırılmış olanın geri dönüşü” olarak tanımlıyor. Hakkını vererek yaşamadığımız bütün bu yarım duygular, zamanı geldiğinde farklı yerlerde, farklı biçimlerde hortluyor ve büyük bir patlama ile bizi yıkıma götürebiliyor.

Yarım Kalmış Duygular Mezarlığı

Sanat felsefesinin temel terimlerinden biri olan “katharsis”, zihinsel ve ruhsal arınmayı ifade ediyor. Bu ifadeyi sanatın ve trajedinin merkezine yerleştirense Aristoteles. Trajedi, insanın hayatında başına gelebilecek çok kötü olayları, talihsizlikleri ve felaketleri; heyecan, acı ve korku gibi güçlü duygular eşliğinde, sahne aracılığıyla seyirciye anlatmayı hedefleyen bir tiyatro türü. Hedefi ise bu güçlü duyguları seyirciye yaşatırken onun ruhunu ve zihnini bu duygulardan arındırmak. Trajedilerin ilk örneklerinin milattan önce altıncı yüzyılda görüldüğü düşünülünce, aradan geçen yüzlerce yılda insanın geldiği nokta gerçekten düşündürücü bir hâl alıyor. Asırlar önce tüm bu sarsıcı duygulardan arınmak için onları sonuna kadar hissetmek isteyen insan topluluklarından; ruhları, yarım kalan hisler mezarlığına dönüşen insanlar topluluğuna evriliyoruz.

İnsan, Tamamlama Duygusuyla Donatılmıştır

Bir psikolojik kavram olan “Zeigarnik Etkisi”, insanların tamamlanamamış veya yarıda kesilmiş etkinlikleri, tamamlanan etkinliklere göre daha kolay hatırladığını ifade ediyor. Buna göre; hakkı verilmeyen bir acı, yarım kalan bir hüzün yahut tamamlanmamış buruk bir sevinç, bambaşka bir durumda kendini tamamlamak için yeniden ortaya çıkıyor. İnsan, yaradılışı gereği tamamlanma hissiyle donatılmış olduğundan, yarım kalan tüm eylem ve hisler ruhumuzda yaralar açıyor. Yunan yazar, şair ve filozof Nikos Kazancakis Zorba romanında, “Dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir misin? Yarım işler, yarım konuşmalar, yarım günahlar, yarım iyiliklerdir. Sonuna kadar git be insan, avare et ve korkma! Tanrı, baş şeytandan çok, yarım şeytandan iğrenir!” derken, sanki tam da günümüz insanını bu çıkmazdan kurtarmak için sesleniyor.

Kolektif Bir Travmanın İçindeyiz

Uzun yıllar uykuda kalan korkular harekete geçerek düşük dereceli strese veya tam anlamıyla kaygıya neden olabiliyor. Bu korkular her gün televizyonda, sosyal medyada maruz kaldığımız, “toksik travma hikâyesi” olarak adlandırılabilecek şeylerle daha da şiddetleniyor.Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde psikiyatri profesörü olan Richard F. Mollica kolektif travmadan bahsettiği makalesinde, medyada maruz kaldığımız anlık uyarıların bize sindirme ve derinlemesine düşünme için çok az zaman tanıdığını söylüyor. Mollica’ya göre, “Hız ve travmanın bu zararlı birleşimi, sinir sistemimize çarpabilir ve son günler, haftalar hatta yıllarda üzerimizden akan karmaşık deneyimleri kavrayamayacak kadar uyuşuk hâle gelene kadar bizi bunaltabilir.”

Travmayı takip eden hissizlik, acıya tanık olma kapasitemizi azaltıyor. Küçük bir kız çocuğunun traktörün altında kalarak hayatını kaybetmesi, bizi etkilemesi gerektiği kadar etkilemiyor. Empati ve şefkat hislerimiz azalıyor ve kötü muameleye maruz kalan engelli hastalara yeterince merhamet duy(a)mıyoruz. Bütün bunların sonucunda da “Ateş nereye düşerse, beni yakar” düsturundan fersah fersah uzaklaşıyoruz. Bu kayıtsızlık ve kopukluk, yeni travmaların meydana gelme olasılığını da artırıyor üstelik.

Mollica’dan Kolektif Travmaları Sağaltmak İçin Dört Tavsiye

Mollica, kolektif travmanın hayatımızda bu denli hissedildiği bir dönemde, bunu iyileştirmenin yollarını da sunuyor bize.

  • Sahip olduğunuz destek kaynakları üzerinde düşünmek için zaman ayırın.
  • Ailenizle ve mümkünse tabiatta kaliteli zaman geçirin.
  • Sinir sisteminize rahatlama şansı vermek için haber aldığınız cihazlara sınırlar koyun.
  • Bildirimlerinizi kapatın! Geceleri telefonunuzu yatak odanızdan uzakta bırakın ve sisteminizi tamamen şarj etmek için periyodik aralıklarla haber alma oruçları tutun.
Empati Yoksulu Bireylere Dönüşüyoruz

Oxford’ta sinirbilim profesörü olan Dr. Susan Greenfield, çoklu görevin beyindeki “anterior cingulate cortex” adı verilen bölgedeki gri maddenin yoğunluğunu azalttığını söylüyor. Beynimizin söz konusu bölümü hem bilişsel hem de duygusal bileşenlere sahiptir. Ödül beklentisi, karar verme, empati, dürtü kontrolü ve his yönetimi dahil olmak üzere bir dizi bilişsel ve duygusal işlevde rol alır. Mesajların bilişsel veya duygusal olmasına bağlı olarak beynin diğer alanlarını işlemek ve kontrol altına almak için bir merkez gibi davranır.

İşte bu yüzden, sosyal medyanın “çoklu görevi” nedeniyle, aynı anda yaptığımız birden fazla iş ya da takip ettiğimiz süreç, tıpkı Twitter’da peş peşe maruz kaldığımız bilgi bombardımanında olduğu gibi, anterior cingulate cortex’teki gri madde yoğunluğunu azaltıyor. Bunun sonucunda da zamanla doğru kararlar verme, duyguları değiştirme, empati kurma ve başkalarıyla duygusal bağ kurma yeteneğimiz belirgin bir şekilde azalıyor. Azalan bağlantı ise stresi, güvensizliği ve hatta saldırganlığı artırıyor. En önemlisi de bizi empati fakiri bireylere dönüştürüyor!

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar