Eserlerinin çoğunu yürürken yazdığı bilinen Friedrich Nietzsche’ye göre, sadece yürürken akla düşenler gerçekten büyük düşüncelerdir. Yürümek, nadiren sadece yürümektir. Bu yüzden onu sıradan bir eylem olarak görmekten vazgeçmeliyiz. Kim bilir, belki de zihnimizin yürümemize duyduğu ihtiyaç, vücudumuzunkinden çok daha fazladır!
Hipokrat “insanın en iyi ilacı yürümektir” dediğinden bu yana, insanoğlu bu şifalı eylemin faydalarını saymakla bitiremiyor. Bilim, teknoloji ve sanat dünyasından pek çok ismin şöhretli yürüyüşlerini duymuşsunuzdur. Princeton Üniversitesi’nde çalıştığı yıllarda Albert Einstein’ın çıktığı orman yürüyüşleri bunların en meşhurlarındandır söz gelimi. Steve Jobs’ın yürüyerek yaptığı toplantılara ne demeli? Ya Ludwig van Beethoven’ın yanına müzik defterini alarak çıktığı günlük yürüyüşler? Aristo da öğrencilerinin ruhlarıyla bedenlerini birlikte eğitmek amacıyla Lykeion revakları arasında yürüyerek ders vermiştir. Aristo’dan sonra takipçileri Midillili Theophrastos, Lapsekili Straton ve Truvalı Lykon da kendileri önde öğrencileri arkada Atina’nın yollarını aşındırmaya devam etmiştir.
Düşünmek İçin Yürü!
Bütün bu insanları yürümeye iten neydi dersiniz? Sebeplerden biri, şüphesiz, yürümeyi bir spordan çok daha fazlası olarak görmeleriydi. Bugün de bu görüşü benimseyenlerin sayısı hiç az değil. Yürümenin Felsefesi yazarı Frederic Gros bunlardan biri. “Yürümek spor değildir!” diye başladığı kitabında, yürümenin spordan çok felsefeye yakın bir fiil olduğunu iddia ediyor Gros. Ona göre sporda; rekabet, puan, kurallar ve teknik terimler var. Ayrıca spor disiplin ister ve parayla ilişkilidir. Tüketim kültürünün bir parçasıdır. Oysa yürümek için yukarıda sayılanların hiçbirine gerek yoktur. İki ayağımızın olması yeterlidir.
Gros’a göre yürümek, nefes almak ve düşünmekle ilgilidir. Erteleme özgürlüğü sunar. “Şöyle bir dolaşmaya çıkmak bile endişelerin ağırlığını hafifletmeyi, işleri bir süreliğine unutmayı sağlar.” Günlere yayılan uzun gezintiler, kendini özgürleştirmeye çalışan adamı pekiştirir. Çalışmanın yarattığı kısıtlamalardan kaçırır ve alışkanlıklar zincirinden kurtarır.
Bir Süreliğine Hayatı Yavaşlat
“Walking: One step at a time” kitabının yazarı Erling Kagge, Three Poles Challenge’ı yürüyerek gerçekleştiren ilk kişi. Edmund Hillary’nin Mayıs 1953’te Everest’e, Ocak 1958’de Güney Kutbu’na ve nihayet 1985’in Nisan’ında Kuzey Kutbu’na ulaşmasından dokuz yıl sonra, 1994’ün Mayıs’ında başarmış bunu. Üstelik sadece yürüyerek. Tıpkı Gros’un dediği gibi! İki ayağının olması, dünyanın üç kutbuna ulaşmasına yetmiş! Oysa Hillary, Kuzey Kutbu’na uçarak gitmeyi yeğlemiştir.
Kagge, bir şehri keşfetmenin en iyi yolunun yürümek olduğunu söyler. Yaşadığı şehir Oslo’da, işe yürüyerek gitmek üzerine uzun uzun güzellemeler düzer. Yürür, çünkü “Bir dağın içinden arabayla giderken etrafındaki her şey; kayalar, ağaçlar, yamaçlar, nehirler hızla geçmişe doğru akar. Hayat katlanır, kısalır. Rüzgârı hissedemezsin, kokuları duyamazsın, ışığın değişimini göremezsin. Etrafındaki her şey büyük bir bulanıklığa dönüşür!”
Bana sorsanız da farklı bir şey söyleyecek değilim! Düşüncelerini yürüyerek yavaşlatmalı insan. Ara ara durup yaşadığını hissetmeli. Şükretmeli. Ve düşünmeli… Zamanın hızla geçtiğini; günün sonunun gece, kışın sonunun bahar olduğunu; aldığı nefesin kıymetini; görebildiklerini, dokunabildiklerini, koklayabildiklerini…
Yatanın Yürüyene Borcu Var!
Aklınıza takılan bir konuyu düşünerek yürümeye başladığınızda, adımlarınızın giderek hızlandığını fark etmişsinizdir. Kimi zaman da durup dururken bir şeyleri yürüyerek hatırlamaya çalışırız. Açık bir ortamdaysak ileri-geri; kapalı bir alandaysak da duvardan duvara adımlayarak yaparız bunu. Bu noktadan hareket eden Stanford Üniversitesi’nden bir grup araştırmacı, yürümenin yaratıcılığı artırdığını bilimsel olarak kanıtladı. Söz konusu çalışmaya göre yürüyen bir insan, oturana göre ilhama altmış kat daha fazla açık! Hatta aynı araştırma, boş bir odada duvara bakarak koşu bandında yürüyen bir insanın yaratıcılığının dahi “duran” bir kimseye göre oldukça yüksek olduğunu ortaya koydu. Böylelikle, yürüme eylemini “zihni düşünce denizine salmak” olarak tanımlayan araştırmacılar, yürüyüşün ilham artırıcı etkisini yaptıkları deneylerle ispatlamış oldu.
Yeter ki Yürüyün!
Yürüyüş yapılan yerin ve mekânın da dikkate alındığı araştırmada, deney ve kontrol grupları öncelikle farklı şartlardaki alanlara yerleştiriliyor. Katılımcıların bir kısmı, kapalı alanda ve boş bir duvara dönük şekilde koşu bandında yürürken ve otururken gözlemleniyor. Diğer bir grupsa açık alanda yürürken ve tekerlekli sandalyede itilirken takip ediliyor. Katılımcılardan, belirlenen herhangi bir nesne için alternatif kullanım alanları düşünmeleri isteniyor.
Her gruba üç nesneden oluşan setler veriliyor ve dört dakika içinde her set için mümkün olduğunca çok yanıt bulmaları isteniyor. Artık sonucun sizi şaşırtmasını beklemiyorum. Dışarıda yürüyenlerin yüzde yüzü, içeride oturanların yüzde ellisine kıyasla en az bir fazla özgün analoji üretebiliyor. Yürüyüş yapanların yüzde altmışı yaratıcı düşünme konusunda diğerlerinden daha iyi sonuçlar elde ediyor. Üstelik yürümek, kapalı alanda da açık alanda da yaratıcı ilhamı benzer şekilde artırıyor. Yani yaratıcılığı artıran asıl faktör çevre değil yürüme eyleminin kendisi. Hâlâ duruyor musunuz? Durmayın; fırsat buldukça yürüyün. Ruhunuz için de bedeniniz için de!