Sesin Sahibi: Zekvân b. Abdükays

O gün Uhud'a tohum olarak düşenler daha sonra bire on, bire bin veren başaklar gibi büyüdüler. Hem kendi çağlarında hem de daha sonrasında… Gökteki yıldızlar gibi insanlığın yolunu aydınlattılar. Aydınlatmaya da devam edecekler.

Durdu Ozan

Medine’nin ileri gelenlerinden iki arkadaş idik. Bir konuda anlaşmazlığa düştük. Mekke’ye gidip müşriklerden Utbe’nin hakemliğine başvurduk. Utbe hakemlik yapmakla kalmayıp bize peygamberlik iddiasında bulunan Muhammed’den de uzak durmamızı salıkladı. Güya o, insanları gereksiz şeylerle meşgul ediyormuş. Tabi bu bizi durduramadı. Arkadaşım Zekvân ile arayış içindeydik. Allah vardı ve birdi; ama bize daha fazlası lazımdı.

Bizler bir yandan araştırırken öbür yandan kader yolumuza su serpmekteydi. Zira Allah resülü, peygamberliğini ilan etmiş; ama Mekke ona kucak açmamıştı. Davetine kulak asmamış; hatta sözlerini hışımla karşılamıştı. O da hakikatleri duyacak ve kabul edecek başka sineler aramaya koyulmuştu. Arkadaşımla birlikte Resûlullah’ı ziyaret ettik. Onun mübarek sohbetinde bulunup ondan Kur’an dinledik. “Müslüman ol.” teklifi gelince ikinci bir defa düşünmeden kabul ettik. İş, Müslüman olmakla bitmiyordu. Şimdi omuzlarımızda ağır bir yük vardı: Medine’ye dönüp İslam’ı anlatmak. Nitekim yaptık da. Medine, kalbini hakikate açtı. Kısa süre sonra bu açılım Akabe’ye evrildi.

Akabede Altı Kişiydik

Akabe’de altı kişiydik. Ertesi yıl yine geldik çoğalarak. Arkadaşım Zekvân da vardı. Efendimiz bizi Allah’a çağırıyordu. Ne kutlu bir çağrıydı bu! Efendimizin bizi Allah’a davetine karşılık biz de onu beldemiz Medine’ye davet ettik. Kalbimiz onun gelme ihtimaliyle kuş gibi çırpınıyordu. Öte yandan müşrikler inananlara akla hayale gelmedik psikolojik ve fiziksel saldırılarda bulunuyorlardı. Biz onu Medine’ye çağırıyorduk. “Evimiz, evindir. Aşımız, aşın. Savaştığın, düşmanımız ve barıştığın, dostumuz.” Hepimiz biliyorduk: İnsanın doğduğu, büyüdüğü, suyunu içip havasını soluduğu beldeyi terk etmesi zordu; ama daha da zor olan şey, özgürlüğünün olmamasıydı. Peygamber Efendimiz ve diğer mümin kardeşlerimiz bunun en acı örneğiydi. Allah’a özgürce iman edebilme uğruna feda edilecekti her şey. Bu uğurda Peygamber Efendimiz, “Çıkarmasalardı asla çıkmazdım.” dediği Mekke’yi terk edecekti.
Efendimiz hicret etmeyi ve hicret edenleri o kadar övdü ki arkadaşım Zekvân da bu sevaba nail olabilmek için Mekke’ye gitti ve bir müddet peygamberimizle yaşadı. Sonra Medine’ye hicret etti. Böylece hem muhacir hem de ensardan sayıldı. Muhacir- Ensar diye anıldı.

Sesin Sahibi

Arkadaşım Bedir’de bulunmakla kalmayıp Uhud’a da katıldı. Uhud’a doğru yola çıkılınca yolda bir gece konaklamak gerekti. Yatsı namazı sonrasıydı. İstirahat etmek gerekiyordu ama geceleyin düşman baskını olabilir endişesi vardı. Ertesi gün dinç olmak için gece dinlenilmeliydi. Tedbir alınmalıydı. Peygamberimiz, düşmanın olası saldırısına karşı kimin nöbet tutmak istediğini sordu. Karanlıktan “Ben!” sesi geldi. Sesin sahibi, arkadaşım Zekvân idi. Peygamberimiz onun oturup beklemesini söyledi. Ardından soruyu tekrarladı. Arkadaşım yine “Ben!” dedi. Kim olduğu sorulunca “İbn Abdükays” diye cevap verdi. Sesin sahibine peygamberimiz oturup beklemesini söyledi ve sorusunu yineledi. Yine aynı ses bu defa “Zekvân” dedi. Efendimiz her üç kişinin de yanına gelmesini rica etti; fakat arkadaşım Zekvân tek başına huzurdaydı. Adının Ebü’s-Seb’ Zekvân b. Abdükays b. Halede el-Ensârî olduğunu söyledi. Zekvân’ın bu davranışını takdir eden peygamberimiz, “Yarın cennetin yeşilliklerine ayak basacak birini görmek istiyorsanız şu adama bakın.” buyurdu.

Buruk Veda

Hepimiz hem sevindik hem de hüzünlendik. Bizim gibi o da anlamıştı. Efendimizin bu sözleri, Zekvân’ın şehit olacağı anlamına geliyordu. Evine koştu. Hanımıyla ve çocuklarıyla helalleşti, ahirette görüşmek üzere onlarla vedalaştı. Görev yerine döndü. Cehennem ateşinin yakmayacağı iki gözden biri olan gözünü kırpmadan sabaha kadar nöbet tuttu. Ertesi gün kahramanca mücadele etti. Bir ara Uhud’un eteklerine çekilmiştik. Efendimiz Zekvân’ı sordu. Dâmâd-ı nebî, Haydâr-ı Kerrâr Hazreti Ali, müşriklerden Ahnes b. Şerîk’in onu şehit ettiğini söyledi.

O gün Uhud’a Zekvân gibi tohum olarak düşenler; daha sonra bire bin veren başaklar misali büyüdüler. Hem kendi çağlarını hem de daha sonrasını gökteki yıldızlar gibi aydınlattılar.

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar