Hudeybiye’de çetin bir sınavdan geçiyorduk. Peygamberimizin rüyası üzerine, umre yapmak için yola çıkmıştık. Savaşmaya gitmediğimiz hâlde, Mekkeli müşrikler korkmuş; sağdan soldan adam toplamaya başlamışlardı. Mekke’ye on yedi kilometre uzaklıktaki bir mevkide konaklamıştık. Kâbe’ye çok yakındık; gel gör ki şartlar kavuşmamıza fırsat vermiyordu. Elçiler gidip geliyor ama ortam bir türlü yumuşamıyordu! Silahlarımızı Medine’de bırakmıştık. Yanlış anlaşılmak istemiyorduk. Zaman durmuştu. Müşrikler, “Ölürüz de Mekke’ye sokmayız!” diyorlardı.
Nihayet sevgili peygamberimiz beni elçi olarak göndermeye karar verdi. Kureyşliler içinde Ebû Süfyân başta olmak üzere pek çok akrabam vardı. Bana zarar verilmesine müsaade etmezlerdi. Omuzlarımda taşıdığım yükün farkındaydım. Geliş sebebimizi güzelce açıklamalıydım. Ya ikna olmazlar da savaşa kalkışırlarsa diye ödüm kopuyordu. Üç gün üç gece anlattım. Dilersem Kâbe’yi tavaf edebileceğimi; ama peygamberimize ve diğer Müslümanlara izin vermeyeceklerini söylediler. Cevabım kısa ve net oldu: “Hazreti Peygamber tavaf etmeden asla tavaf etmem!”
Hem inanmadılar bana hem de geri dönmeme izin vermediler! Sonradan öğrendim; şehit edildiğim haberi ulaşmış efendimize. O da bütün Müslümanları “rıdvan” denilen ağacın altında toplayıp onlardan söz almış. Bu haberi duyan müşrikler beni hemen serbest bıraktılar ve Hudeybiye Antlaşması imzalandı. Belki umre yapamadık; ama sonradan anladık ki büyük bir fetih yapmışız!
Bedir’de Bulunamadım
Fil Vakası’ndan altı yıl sonra dünyaya gelmişim. Babam, Kureyş’in zenginlerindendi. İslamiyet’ten önce vefat etti. Efendimizle soyumuz dedelerimizde birleşir. Hazreti Ebû Bekir sayesinde ilk on Müslüman arasına girdim. İslam’a girişim büyük tepkiyle karşılandı. İslam’ın ilk yıllarıydı, azdık! Zor günlerimi şenlendiren şeyler de oldu. Peygamberimiz beni damat olarak seçti. Rukiye ile evlendim ve birlikte Habeşistan’a hicret ettik. Oğlum Abdullah burada dünyaya geldi. Kısa Habeşistan macerasından sonra Medine’ye hicret ettik.
Ben de diğer tüm müminler gibi imtihanlara maruz kalıyordum. Bedir’e iştirak edemedim. Rukiye’m ağır hastaydı. Peygamberimiz ona refakat etmemi istedi. Kaldım; ama elim kolum bağlıydı. Nihayet ordu müjdeyle döndü; fakat bende sadece hüzün ve acı vardı. Efendimiz geldiğinde eşimi toprağa vermek üzereydim.
Günler gelip geçiyordu. Eşim Rukiye’den sonra peygamberimiz beni bir kere daha damadı olmakla şereflendirmişti. Ümmü Gülsüm’le evlenmiştim. Lakabım iki nur sahibi anlamına gelen “zinnûreyn” olmuştu; ama çok geçmeden Gülsüm’ümü de toprağa verdim. Efendimizin iltifatını merhem niyetine sürdüm acıyan kalbime. Evlilik çağında başka bir kızı olsaydı, onu da bana vereceğini söylemişti.
Kendi Evimde Hapistim
Hayatımı dine hizmete adadım. Canımı ve malımı çekinmeden ortaya koydum. Hazreti Ömer’in şahadetinden sonra İslam halifesi olarak davaya omuz verdim. Allah türlü zaferler nasip etti; ama öte yandan geçimsizlikler, anlaşmazlıklar, nifaklar artı. Beni kendi evimde hapsedip birtakım isteklerde bulundular. Uzun süren bu hapis, bir akşam vakti sona erdi. Birkaç genç sahabenin koruduğu kapımı kırıp içeri daldılar. Kur’an okuyordum. Yaşım seksenin üzerindeydi. Peygamber Efendimizin bir gece öncesinde rüyama girmesinden anlamıştım ona kavuşacağımı. Yarın birlikte iftar edeceğiz demişti.
Ben İslam halifelerinin üçüncüsü Osmân b. Affân! Tebük Seferi vesilesiyle peygamberimizin, “Bugünden sonra yapacakları Osman’a zarar vermez!” iltifatına mazhar olan sahabeyim. Rabbim hepimizi kendisine layık kul, efendimize layık ümmet eylesin!