Peygamber Duası Alan Sahabe: Avf b. Afrâ

Avf, kardeşi Muâz ile birlikte Bedir Savaşı'ndaki gayreti ve inancıyla tanındı. Cesareti, bütün Müslümanlara unutulmaz bir miras olarak kaldı.

Durdu Ozan

Annem Afrâ Hatun, Neccâroğulları’na mensup pek mübarek bir kadındı. İslamiyeti Medine’de tanımış, tereddüt etmeden Müslüman olmakla şereflenmişti. Mekke’nin maddi-manevi bunaltıcı ikliminden kaçan Müslümanlar, başka memleketlere sığınmak zorunda kalmıştı. Nihayet onlara asıl hicret yurdu olarak Yesrib gösterilmişti.

Annem, Müslümanlar Medinemize hicret edince onlara canla başla yardım etmiş, sahip çıkmıştı. Tıpkı bize yaptığı gibi. Şefkatli, merhametli bir anne olarak. Biz üç kardeştik. Avf ve ben ömrümüzün baharında tanıştık İslam’la. Kardeşim ile Akabe’de Peygamber Efendimize biat ettik. Mübarek ellerini sıktık, söz verdik, duasını aldık. Güzel ve güzel olduğu kadar da ağır bir yükü omuzlamaya talip olduk birlikte. Öyle bir yola girdik ki o yolda terk vardı. Varlığı terk, canı terk, malı terk, sevdikleri terk… Acılara ve imtihanlara göğüs germek, ölümü hiçe saymak vardı! Sadece sözde değil; özde yaşamak ve yaşadığını temsil etmek vardı.

Canım annem bizi öyle güzel yetiştirmişti ki! Zaman geldi, canların hiçe sayıldığı Bedir meydanında bulduk kendimizi. Hem ruhen hem bedenen hazırdık. Babamızın yokluğunda bize hem analık hem babalık yapan annemizle savaş meydanındaydık.

Bedir Savaşı’nda Mekkeli müşriklerden Rebîa’nın iki oğlu Şeybe ve Utbe ile Utbe’nin oğlu Velîd’in karşısına kardeşlerim Avf ve Muavviz ile birlikte çıktık. Teke tek vuruşmaya talip olduk; ama nasip olmadı. Nihayet savaşın kızıştığı bir anda kardeşim Avf, Resûlullah’a yaklaştı. Allah‘ın rızasını kazanmanın yolunu sordu. Savaşta elinden kalkanı düşse bile harbe devam etmenin Allah’ı hoşnut edeceğini öğrendi. Kalkanın çok önemli bir misyonu vardı. Darbelerden korur, hamle için imkân tanır ve fırsat oluştururdu. Savaş meydanında kim kalkanını bırakırdı? Kalkanın elden düşmesi için insanın ya ölesiye yorgun olması ya da aşk ve heyecandan elinde taşıdığını unutması gerekirdi. Avf, ikincisini yaptı. Peygamber Efendimizin sözlerinin verdiği heyecanla kalkanını bir yana savurdu ve önünü sonunu düşünmeden savaşa daldı.

Muharebe alanında kıyasıya bir mücadele vardı. Bu, insanın insanla mücadelesinden çok hakkın batılla mücadelesiydi. Allah‘ın sözü vardı. Bizi zayi etmeyecekti. Canımıza, malımıza ziyan gelse de İslam bayraklaşacak ve hep yücelerde kalacaktı. Kılıç şakırtıları, at kişnemeleri, tekbir ve nara uğultuları, inlemeler ve çığlıklar arasında, etraf toz duman iken bizim gözlerimiz birini arıyordu.

Durmadan birbirimize soruyorduk. Nerede o? Nerede ümmetin firavunu? Nerede Peygamber Efendimize yapmadığı eziyet, çektirmediği cefa kalmayan o adam? Nerede gün gibi gerçeklere gözünü kapatan kör? Nerede cehaletin babası? Nerede o Dârünnedve üyesi? Nerede Amr? Nerede Ebû Cehil? Bugün bizden kurtuluşu yok! Bir elimize geçirirsek alimallah bizden çekeceği var! İslam’a ettiği düşmanlık artık yeter! Allah’a ve resulüne düşmanlığı artık son bulmalı.

Bizim yana yakıla birini aradığımızı gören Allah resulünün ashabından çok değerli bir insan olan Abdurrahman, dayanamayıp kimi aradığımızı sordu. Çok şaşkın görünüyordu. Üç genç, belki onun gözünde üç toy delikanlı, 70 yaşını devirmiş koca bir düşmanı arıyorduk. Ebû Cehil denilen nasipsiz adam oldukça güçlü kuvvetli, savaş oyun ve taktiklerini çok iyi bilen biriydi. Üstelik Müslümanlara karşı kinle ve nefretle doluydu. Bize hiç acımazdı. Gözlerinden okudum Abdurrahman’ın. Çok geçmemişti ki bize dönüp bakın aradığınız adam orada, dedi. Gösterdiği yöne baktık. Ebû Cehil, karşısındaki insana acımadan darbeler indiriyordu. Sahabenin ayağı ağır bir darbe almıştı. Gözlerimiz hayretle kocaman açıldı. Artık durmamız için hiçbir neden kalmamıştı. Gözümüzü bile kırpmadan Yaradan’a sığınıp seğirttik. Her türlü sonuca dünden hazırdık. Hedefimiz şehadet şerbetinden içmekti.

Ebû Cehil’in karşısına geçip kahramanca savaştık. Ağır darbeler indirdik ona. Avf ve Muavviz şehit oldular Bedir’de. Annem hangisine daha çok üzüldü bilemem. İki kardeşimin şehadetine mi yoksa benim şehit olamayışıma mı?

Zaman üzerinden geçtiği her şey gibi bizi de soldurdu, eskitti ama insanın gönlü hep aynı. Allah resulünün damadı Haydar-ı Kerrar’ın sancağı altında son nefesimi verme şerefine ermek en büyük arzum. Ben Afrâ Hatun’un Bedir’de şehitlik şerefine eremeyen oğlu Muâz…

Şehitler ve onların sevapları adedince selam olsun Peygamber Efendimize ve size!

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar