Dünya nimetlerinden neyi sevdin derseniz size birkaç şey sayarım. En çok kimi sevdin derseniz cevabım değişmez. Elbette en çok Allah resulünü sevdim. Onun getirdiği dini ve o dine hizmet etmeyi sevdim. Sağlığında yeterince söyleyebildim mi bilmiyorum ama annemi çok sevdim. Ve onu çok özlüyorum.
Benim annem, cehaletin babası diye meşhur Ebû Cehil’in amcasının kölesiydi. Mekke’ye kardeşini aramaya gelen babam Yasir ile yolları kesişmiş ve evlenmişler. Sonra ben dünyaya gelmişim. Efendi Ebu Hüzeyfe iyi bir insandı. Vefatına kadar onunla kaldık. Son günlerde Mekke’de olağanüstü bir değişiklik seziyordum. Bir grup vardı ki oldukça huzursuz ve kinliydi. Sağa sola saldırıyor, çatacak yer arıyorlardı. Tabir yerindeyse burunlarından soluyorlardı. Yüzleri sinirden kapkara, davranışları haşindi. Bu durumdan nasibini alan elbette zayıf ve güçsüz olanlardı. Öte yandan kulağıma çalınan şeyler de vardı. Merakım gittikçe büyüyor ve dayanılmaz bir hâl alıyordu. Nihayet kendimi tutamayıp bahsedilen yere ve kişiye doğru yola çıktım. Dârul Erkam’a yollandım. Peygamber Efendimizi dinledim. Dinledikçe yeni bir kimlik kazandım. Kozasından çıkmış bir kelebek yeniliği ve hafifliğindeydim.
Annem çok mükemmel bir insandı. Bendeki değişikliği fark etmesi uzun sürmedi. Olanları anlatınca hemen Müslüman oldu. Ailecek Sevgili Peygamberimizin yolundaydık artık. Ama çok cefa çektik. Zayıf ve kimsesiz oluşumuz bize çilenin bin türlüsünü tattırdı. Gözümün önünden hiç gitmiyor. Ne zaman kendimle kalsam annemin çığlıklarını duyuyorum. Gözlerimi kapatınca acıdan kıvranan bir kadın görüyorum. Izdırapla gerilen yüzü bana dayan diyor. Unutamıyorum!
Bizi Mekke ile Mina arasında bir yere, Ebtah da denilen Batha’ya götürüyorlardı işkence etmek için. Kızgın çöl kumlarına yatırıp acı çekişimizi izlerlerdi. Güneşte köz hâline gelen kumların derimizi yakışını hissederdik. Acı iliklerimize işlerdi. Bayılırdık. Ayılınca tekrar aynı hakaretler, küfürler, tehditler ardı ardına gelirdi. Tek bir şey isterlerdi bizden: Allah’ı ve Efendiler Efendisi’ni inkâr. Ağaçtan, taştan yonttukları ilahlarına boyun eğip kâinatı ve bizi yaratan tek İlah’ı inkâr. Tüm acılar katlanılabilir ama inkâr ve şirk batağına düşmek, hele ki hakikati gördükten sonra, kabul edilemezdi. Bilâl’in sesi bize de güç olurdu böyle zamanlarda. Hep bir ağızdan “Ehad!” derdik.
Efendimiz hâlimizi görüyor ve adeta acımızı yaşıyordu. Ama ne onun ne de Ebû Bekir, Osman ve Ali’nin elinden bir şey geliyordu. Bir avuç inanmış insan olarak sadece imanımıza ve dualarımıza sarılıyorduk. Babam bir defasında Allah resulüne, “Bu hep böyle mi gidecek?” diye sordu. Resûl-i Ekrem, “Sabret!” diyerek onu teselli etti. “Allah’ım, Yasir Ailesi’ni bağışla. Sen onları zaten bağışlamışsındır.” diyerek dua buyurdu. Hangi acıyı hafifletmez ki bu!
Yine bir gün bizimleydi. İşkenceleri önlemede eli kolu bağlı olsa da duada her zaman sonuna kadar açıktı. “Sabredin Yasir Ailesi! Şüphesiz sizin buluşma yeriniz cennettir.” müjdesini verdi.
Risaletin üçüncü yılıydı ve günbegün çılgınlık dozunu arttırıyordu. Artık bizden vazgeçmişlerdi. Ya onlara itaat edecektik ya da canımızdan olacaktık. Acıdan bitap düşmüş bir hâldeydim. Bayılır gibi oluyor, zorla gözlerimi aralamaya çalışıyordum. Ebû Cehil, annemin tarafına yürüdü. Elindeki mızrakla tehdit etti. Annem gözleriyle veda etti; sanki olacakları anlamıştı. İşkence yüzünden çığlıklarımıza alışan çöl, bu defa annemin son haykırışıyla yankılandı. Son kez “Ehad!” dedi annem. Çırpındım, bağlarımdan kurtulmaya çalıştım. Acı tüm benliğimi sararken babam da son nefesini verdi Ebû Cehil’in eliyle. Artık hangi acı vardı bu dünyada tadabileceğim?
Ben Ammâr bin Yâsir. Annem Sümeyye ilk kadın, babam Yâsir ilk erkek şehit olarak İslam tarihine geçti. Acımı tarif edemem ama iyileşme yolunu efendimde buldum. Peygamberimiz annemi ve onun yiğitliğini hiç unutmadı. Ebû Cehil Bedir’de öldürülünce, “Allah anneni öldürenin hakkından geldi.” dedi.
Cennette buluşacağız annem ve babamla. Ben hep dediğim gibi diyeceğim: “Anam babam sana feda olsun ya Resûlullah! Kâinattaki şehitlerin nefesleri adedince ve makamlarının büyüklüğünce selam sana.”