Distopya ve Tek Adam!

Eğer bir distopyanın içinde doğsaydınız, ne yapardınız? Kendinizi bu günlerin size verilmiş bir kader olduğuna inandırarak çaresizce kabul mü ederdiniz, yoksa kararlılıkla bu karanlıktan çıkmak için adım adım mücadele mi verirdiniz?

Son zamanlarda kendime sıkça sorduğum bir soru var: “Hitler’in Almanya’sında bir Alman olsaydın nasıl davranırdın?” Savaş sonrası birçok Alman’a sorulan bir soruya verilen benzer cevaplar yüzünden bu soruyu kendime sorar hâle geldim sanırım. Alman vatandaşlara sorulan soru ise hepimizin aklına gelebilecek basit bir soru: “Nasıl bu kadar düşüncesiz ve acımasız bir hâle gelebildiniz?” Verdikleri cevapsa oldukça enteresan: “İnanmıştık! Onun gerçek bir lider olduğuna ve Alman ırkını ayağa kaldıracağına inanmıştık!”

İnsan sormadan edemiyor. Büyülenmiş gibi, hipnoz olmuş gibi tek bir adamın peşine toplu hâlde düşülebilir mi? Hem de medeniyet bu kadar gelişmiş; bilgiye erişmek bu kadar kolay bir hâle gelmişken… Topyekün bir ırk, halk, topluluk beyninin kontrolünü “bir adam”a verebilir mi?

Bekle O Kurtarıcıyı

Aslında bu konu günümüze çok da uzak bir konu değil. Amerika’da, Rusya’da, Çin’de ve daha kim bilir nerelerde olanların temelinde hep bu “tek adam”ın onları kurtaracağına dair inanç yatmıyor mu? Gerçi bu “tek adam” olgusunu çok da küçümseyemeyiz; çünkü yadsınamaz bir gerçek olarak öylece duruyor ortada. Kim bilir belki de bir lidere inanma potansiyeliyle yaratılmış varlıklarızdır! Sanırım içimizdeki “bir kurtarıcı bekleme” arzusunun en çok siyasetçiler farkında. Onun için hep bu potansiyele oynuyorlar.

Marvel filmlerinin hâlâ çok satmasının altında yatan da bu değil mi? Bir kurtarıcının gelme hikâyesi, bütün dertlerden kurtulma hevesi, insanoğlunu heyecanlandıran en büyük mevzuların başında geliyor. Hâlâ Hristiyanların da müslümanların da “Mesih” bahsi geçer geçmez gözlerini dört açması bu sebeple değil mi?

Matrix, Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi gibi dünya çapında hasılat rekorları kıran filmlerin bile merkeze oturttukları bu “tek adam” yani “seçilmiş adam” (The chosen) imajı sayesinde evrensel bir kitleye ulaştıklarını düşünüyorum.

Unutuş En Büyük Tuzak

Kahramanlık hikâyelerine de ezelden beri bayılmaz mıyız zaten? Nene Hatun, Seyit Onbaşı neden diğer fedakâr ruhlardan daha fazla titretir içimizi? İnsanüstü bir cesaret, insanüstü bir kuvvet haz aldığımız kahramanlık özellikleri değil midir? Bu yanılgıyla Allah’tan beklememiz gereken yardımı kullarından umarız. Göklerden gelecek sürprizleri, siyasetten ve kaba kuvvetten beklemeye başlarız.

Hâlbuki biz ilahi bir gücün varlığına ve ona dayanmaya programlıyızdır. Bunu unutur, ilahi gibi görünen her türlü tuzağa düşer, en son gelen peygambere iman ettiğimiz hâlde hâlâ başka hayali kurtarıcılar bekler dururuz! Nihayet, günün sonunda elimizde dinle siyaseti karıştırmanın cezasından başkaca bir şey kalmaz.

Distopya kitapları ve filmleri olan 1984, Cesur Yeni Dünya, Mülksüzler, Körlük ve Fahreniet 451’le birlikte anlıyorum ki yaşadığımız bu dünya hayatı da benzer bir distopyadır. Goethe “Hassas kalpler için bir cehennemdir bu dünya.” demez mi? Bizim görüşümüze göre de bu dünya bizler için bir zindandır. Keşke bu zindanda sadece iki dünyamızı da kurtaran “tek adam”lara inanmakla kalsaydık. İki dünyamızı da yakanların tuzağına keşke yuvarlanmasaydık!

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar