Cennet Bahçesi mi Cehennem mi? – Vivarium

Bizim inancımıza göre cennet bahçesi olan “yuva” kavramının, iman gözlüğü çıkartıp atıldığında cehenneme dönüşmesinin bir an meselesi olduğunun ispatı gibi bu filmler.

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi sırasında girdiği kapıdan beş yüz metre kadar içeride, mutlu bir yuvada geçti çocukluğum. İstanbul’un en eski mahallelerinden birinde yaşamama rağmen -seyrettiğim filmlerden olsa gerek- Amerikan rüyasıyla dolu bir bilinçaltıyla büyüdüm. “Güzel bir yuva” deyince o rüyanın vaat ettiği gibi bahçesi, garajı olan iki katlı bir ev canlanıyordu gözümde.

İster Türk olun ister Amerikalı, mutlu bir yuvanın formülü maddiyattan geçmiyor. Bunu yaşadıkça hem kendiniz tecrübe ediyor hem de çevrenizde misallerini görerek bizatihi kavrıyorsunuz.

Bir de filmler var ki size Amerikan rüyasının yanlış yorumlanma durumunda nasıl da bir kâbusa dönüşebileceğini göstererek yaşamadan da çıkarabileceğiniz dersler veriyor. Bizim inancımıza göre cennet bahçesi olan “yuva” kavramının, iman gözlüğü çıkartıp atıldığında cehenneme dönüşmesinin bir an meselesi olduğunun ispatı gibi bu filmler!

Bu yazıda, bu filmlerin en başında gelebilecek Vivarium’dan bahsetmek istiyorum sizlere. Emlakçıya gidip örnek bir semtten örnek bir ev almaya çalışan yeni evli bir çiftle başlayan bu sade hikâye, banliyö hayatının sıradanlığını ve sıkıcılığını eleştirirken aslında ilwk sahnesinden son sahnesine kadar korkunç metaforlarla donatılmış ve sanki inançlı bir gözle bakılmadığı takdirde hayatlarımızın dışarıdan nasıl gözükeceğine dair kısacık bir özet gibi olmuş.

Filmin konusuna gelirsek… Çiftimiz rüya semtte yaşamaya başlar başlamaz fark eder ki o bölgede tek başına ve yalnızdırlar. Labirent gibi olan bölgeden kesinlikle çıkamazlar. Sıkışıp kalmışlardır. Hayatlarının kısır döngüsü böylece başlar.

Bu döngünün en çıldırtıcı noktasında, umutların yerle bir olduğu anda dünyalarına, yani kapılarına kutu içinde bir bebek gelir. Bu bebek öyle çabuk büyür ki, bir bakarlar çocuk yedi yaşına gelmiş; çiftimiz hâliyle zaman kavramını yitirirler. Pek hazzetmedikleri ve tam manasıyla ilgilenmedikleri bu çocuk neredeyse 7/24 televizyon seyretmekte ve hazır gıda tüketmektedir. Televizyonda seyrettiklerini ve anne babası diyebileceğimiz bu ikiliden gördüklerini çevresine yansıtmaya başlar. Bu travmatik manzara ikiliyi çileden çıkartır.

Film, bu ikilinin yaşlanması ve başrol adamımızın dayanamayıp vefat etmesiyle son bulurken, kadın kahramanımız da yerin altından geçerek kendisinin yaşadığı hayat gibi birçok hayatın olduğunu fark eder ve dehşete düşer.

Filmin konusu bir yerlerden tanıdık geldi mi? Evliliği, ev sahibi olmayı, çocuk sahibi olmayı, kısaca hayatın her alanını bu kısır bakış açısıyla tanımlamak mümkün. İmanlı bir bakış açısına sahip olmadan hayatın hangi noktasına bakarsak bakalım, her yer dehşetli görünecektir. Her şey anlamsız, boş, sıkıcı gelebilir. İman gözlüğünü takabildiğimiz zaman her şey anlam buluyor, değer kazanıyor.

Boşanmaların arttığı, birçok yuvanın dağıldığı günümüzde gözümüzü açacak, bizi uykumuzdan uyandıracak, kendimize getirecek bir film Vivarium.

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar