Durdu Ozan
Ne zaman ki arkalarından gelecek bir tehlikeden korktular, arkalarına siper oldum. Ne zaman ki önlerinden gelecek bir tehlikeden korktular, önlerine siper oldum. Allah resulünü hiçbir zaman düşmanla yüz yüze bırakmamaya gayret ettim. Bu durum, Allah resulü rabbine kavuşana dek sürdü diyordu Suheyb, imanın verdiği coşkuyla. Hicretten otuz yıl kadar önce Fırat kıyısında, Musul yakınlarında bir yerde doğmuştu. Bizans’ın bölgeye yaptığı bir baskında esir alınıp Rum diyarına götürülmüştü. Umeyr olan adı, Suheyb olarak değiştirilmişti. Yahya isminde bir çocuğu olmamıştı; ama Peygamber Efendimiz ona “Ebû Yahyâ” künyesini vermişti.
Verdiği Sözü Ne Pahasına Olursa Olsun Tutardı
Gençlik yıllarında Mekkeli tüccarlara köle olarak satılmış; bu alışveriş, onun için hakikat yolculuğunun başlangıcı olmuştu. Zekâsına, dile olan yatkınlığına ve samimiyetine hayran olan Abdullah b. Cüd’ân et-Teymî, Suheyb’i kısa bir zaman sonra azat etmişti.
Ammâr b. Yâsir, Müslümanların sayısının otuzu henüz geçtiği günlerde, Suheyb ile Erkam b. Ebü’l-Erkam’ın evinde karşılaşmalarını şöyle anlatır: “Suheyb b. Sinân’a Dârülerkam’ın kapısında rastladım ve burada ne aradığını sordum. ‘Sen ne arıyorsun?’ diye karşılık verdi. ‘Muhammed’in söylediklerini dinlemek istiyorum.’ dedim. ‘Ben de aynı şeyi yapmak istiyorum.’ dedi. Allah resulünün yanına birlikte girdik ve hemen orada ikimiz birden Müslüman olduk. İnancımızı bütün dünyaya haykırmak istesek de bu mümkün değildi. Omuzlarımıza yüklenen ağır sorumlulukla oradan ayrıldık. Zayıftık, yalnızdık… Bizi çok çetin zamanların beklediğini tahmin edebiliyorduk; ama ne ben annemin ve babamın şehadetini kızgın kumların üzerinde izleyeceğimden haberdardım o vakit, ne de o işkencenin bin bir türlüsüne katlanmak zorunda kalacağının.
Efendimize Kavuşmak Uğruna Bütün Malını Mekkelilere Bıraktı
Göç vakti yaklaşıyordu. Suheyb’in en büyük arzusu, Peygamber Efendimiz ile hicret etmekti. O yüzden yolculuğu erteledikçe ertelemiş, kalabildiği kadar Mekke’de kalmıştı. Derken hicret günü gelip çatmış; ancak o müşriklerin engeline takılmıştı. İki kutlu yolcu, birlikte çıktılar yola. Suheyb ise uzun çabalardan sonra, tek başına. Uçsuz bucaksız çölde, rahat bırakmadılar onu, etrafını sardılar. Tek bir arzuları vardı. Efendimize kavuşmasına engel olmak; yakalamak ve hapsetmek! Suheyb etrafını saranların kendisini yakalamalarına fırsat vermeden haykırdı: “Ey Kureyş topluluğu! Bilirsiniz ki içinizde en iyi ok atan benim. Allah’a yemin olsun ki bana yaklaşmaya kalkanı hedef alacağım. Oklarım kâfi gelmezse kılıcımla savaşacağım. Dileyen beri gelsin! Yok istemezseniz, size bütün malımı verebilirim. Karşılığında siz de beni kendi hâlime bırakırsınız.”
“KÂRLI Bir Alışveriş Yapmıştır” Iltifatına Mazhar Oldu
Peşinden gelenlerin canları tatlıydı. Suheyb’in teklifini kabul edip mallarına el koymaya ve onu serbest bırakmaya karar verdiler. Suheyb, hayırlı olanı geçici olana tercih etmişti. Bu civanmertliği duyan Peygamber Efendimiz, üç kez üst üste “Suheyb kârlı bir alışveriş yapmıştır.” demişti. İbn Kesîr’e göre, “Bazı kimseler de Allah’ın rızasını kazanmak için canını bile verir.” ayeti bu olay üzerine inmişti. (Bakara suresi, 2/207)
Züht ve takvasıyla bilinen Suheyb, aynı zamanda çok nüktedan bir kişiliğe sahipti. Hicret esnasında bir rahatsızlık geçirmiş ve gözünün biri ağrımaya başlamıştı. Kubâ’ya ulaşınca aralarında Peygamber Efendimizin de bulunduğu bir gruba dahil olmuştu. Bir ara topluluğa hurma ikram edildi. Hazreti Suheyb, yolculuk hâli, epey acıkmıştı. Besmeleyi çekip hurmaları iştahla yemeye başladı. Bunu gören Peygamber Efendimiz, “Ya Suheyb, gözün ağrıyor ama hurmaları afiyetle yiyorsun.” diye takılınca Suheyb de “Ya Resûlullah! Ben ağrımayan gözümü kullanıyorum.” diyerek Peygamber Efendimizi güldürmüştü.
Resûlullah’tan sonra Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer’le birlikte davası uğrunda mücadele eden Suheyb b. Sinân, vefat edeceği ana kadar züht ve takva içinde yaşadı. Hicretin otuz sekizinci senesinde, Medine’de son nefesini verdiği ana kadar İslam’a adanmış bir hayat sürdü.