Leyla, o günün diğer günlere hiç benzemeyeceğini sezmişti. Babası dayılarına götüreceğini söylemişti sabah. Daha önce hiç görmediği dayılarına! Nedense annesinin yüzünden düşen bir parçaydı. Sonra kimsenin konuşmadığı, bebeklikten yeni çıkmış küçük bir çocuk için oldukça uzun bir yürüyüş. Derken babası yakınlarında hiçbir evin, çadırın hatta ağacın bile olmadığı bir yerde çukur kazmaya başladı. Konuşmadan, gülmeden kazıyordu. Yola devam etmek yerine şimdi burada ne yapıyorlardı? Bu çukur ne içindi? Bir de gökyüzünde çirkin sesli birkaç kuş dönmeye başlamıştı nedense.
Çukur epey derinleşti, babası kenarına tutunup zıplayarak dışarı çıktı. Biraz soluklanmak için kenarına oturdu az önce kazdığı çukurun. Bu sırada doğruca kendilerine doğru gelen bir atlı gördü Leyla. Babasına seslendi selam bile vermeden: “Ben size bunu yapmayacaksınız demedim mi?” Babanın canı sıkılmıştı. “Sana kolay tabi, Temîmoğullarının asil oğlu! Acaba hiç aç kaldığın oldu mu bu yaşına kadar?”
“Açlıktan mı koruyacaksın bu canı hiç doğmamış gibi ederek, yoksa onun yiyeceği üç lokmayla mı doyacaksın?”
“Karışma Sa’saa!” dedi adam, “Bu benim işim! Nam kazanmak için yapıyorsan adın almış yürümüş zaten, geç git nereye gidiyorsan.”
“Bir yere gittiğim yok, seni duydum geldim. Bak bu çocuğun bakımını ben üstleneyim, kıyma cana! Bu yol, yol değil. İki gebe devem var. Onları veririm sana. Yakında doğuracaklar. Elin rahatlar.”
Teklif babayı etkilemişti ama hâlâ şüpheleri vardı. “Öyle bile olsa ar getirir bunlar insana. Yarın alır götürürler, sonra beni değil; gittiği yeri tercih eder.”
“Öyleyse çocuğu bana ver, benim adımla anılsın adı. Utancı da benim olsun kıvancı da!”
Baba verecek cevap bulamadı bu sefer. Sa’saa ilerdeki tepeyi işaret etti. “Bak, oraya kadar getirdim develeri. Al, git!” Sonra Leyla’ya seslendi: “Gel kızım.”
Elinden tutup atın üstüne çekti çocuğu, önüne oturttu. Küçük kız olanlardan pek bir şey anlamamıştı ama adam ona gülümsemişti işte, atı hızlandırırken saçını okşamıştı. Dayı dedikleri adam bu olmalıydı.
Cahiliye dönemiyle ilgili anlatılanların en korkunçlarından biridir kız çocuklarının diri diri gömülmesi. Kur’an’da da tasvir edildiği gibi kızı olan biri öfkelenip kızar; sonra kendini bir karar vermek zorunda hisseder. Bu utanç sebebi evladın yaşamasına izin mi versin yoksa yol yakınken kurtulsun mu?
Bu cahiliye âdetini duyanlar genellikle şöyle bir soru soruyorlar: “Peki, kız çocuklarını öldürüyorlarsa kiminle evleniyorlardı? Üstelik çok eşlilik de yaygındı.” Evet, bu korkunç âdeti bütün toplum benimsememişti. Belli bir zaman diliminde, özellikle bazı kabileler arasında yaygınlık kazanmıştı. Ama boyutu ne olursa olsun böyle bir hareket gökleri titretecek, insanın ne kadar zalim ve cahil olduğunu gösterecek bir eylemdi.
Tekvîr Sûresi’nde kıyamet tasviri yapılırken küçükken öldürülen kızların bahsi de geçmektedir. Bu o kadar korkunç bir olaydır ki güneşin dürülmesi, dağların yürümesi gibi olaylar silsilesi içinde kendine yer bulmuştur.
Hak Dini Kur’an Dili tefsirinde Tekvîr Sûresi’nin sekizinci ve dokuzuncu ayetleri açıklanırken bu konu da veriliyor. Kiminin ar getirir diye, fakirlik ve besleyememe korkusundan kiminin de “Melekler Allah’ın kızlarıymış, bunu da onların arasına katayım!” gibi tuhaf düşüncelerle çocuklarını gömdüğü söyleniyor. Müfessirin aktardığına göre bu geleneğe karşı çıkan, önlemeye çalışanlar da vardır. Klasik Arap Edebiyatının ünlü şairlerinden Ferezdak’ın dedesi Sa’saa bin Nâciyetü’l-Mücâşi bunlardan biridir. Taberânî’de şöyle bir rivayet aktarılır. Sa’saa Temîmoğullarından bir heyetle Allah resulünün (as) huzuruna gelir. Şöyle der: “Ya Resûlullah, ben cahiliye döneminde bazı işler yaptım, onlardan bir sevap var mıdır? Diri diri gömülmek istenen üç yüz kız çocuğunun hayatını kurtardım, her birini iki gebe deve ile satın alırdım.”
Resûlulllah (as): “Sana onun karşılığı var; Allah Teâlâ sana İslam’ı bahşetti.” buyurur. Aynı olay, benzer şekilde İbni Kesir, Mevdudi gibi müfessirlerin eserlerinde de yer almaktadır. Bazı rivayetlerde sayı farklı şekilde üç yüz altmış veya dört yüz olarak rivayet edilmektedir.