Kutsal Arınma Yolculuğu

Uzun bir arınma yolculuğudur hac. İbadetler tasnif edilirken hem beden hem mal ile yapılan bir ibadet olduğu vurgulanır. Belki yerine getirmek zor olduğundan özellikle geçen asırlarda bu ibadeti yapabilenler toplumda hürmet görmüşler, isimlerinin başına “hacı” unvanı eklenmiş. Hatta bazen adları anılmaz olmuş, bu unvan adlarının yerine geçmiş.

Hacılar ve Hocalar

Bugün daha çok olumsuz çağrışımlarla kullanılsa da “hacı hoca” gibi bir ikilemede ilginçtir. Demek ki hacılık da hocalığa benzer bir sıfat kabul edilmiş bir zamanlar.

Dini konularda bilgisi olan, akıl danışılacak insanlarmış hacılar da tıpkı hocalar gibi. Farkları biraz da “Okuyan mı çok bilir, gezen mi?” sorusuyla ilgili olmalı. Geçen asırları düşünürsek üç beş yıl medrese eğitimi alan bir beldede hoca olarak öne çıkabiliyordu, bir de beş altı ay zorlu bir yolculuk yaparak hacca gidip gelenler. Bilgilerinin nicel ve nitel karşılaştırılması konumuz değil elbette. Ama iletişim kanallarının bugünkü kadar yaygın olmadığı, ulaşımın zorluklarla dolu olduğu çağlarda bazen yayan, bazen kervanlarla yapılan uzun yolculukların; yolda görülen ülkelerin, yol arkadaşlığı yapılan insanların daha önce memleketinden ayrılmamış bir insanı ne kadar değiştireceği belli. Yol boyu sohbetler dinleyen, zorluklarla mücadele eden, mübarek mekânları gören, dünyanın her yerinden gelen insanlarla karşılaşan biri memleketine döndüğünde artık aynı insan olmayacaktır.

Mesela bundan üç dört asır önce Orta Asya’dan yola çıkan bir hacı düşünelim. Önce Buhara’da çevreden gelen diğer hacılarla buluşuyor, bir kervan oluşturuyorlar. Oradan şehirler, kasabalar ve koca bir çöl geçip Hazar’a varıyorlar. Bir gemi bulup Astrahan’a geçecekler. Belki başka hacı kervanlarıyla birleşip yine uzun bir yolculukla Kırım’a, oradan deniz yoluyla İstanbul’a ulaşacaklar. İstanbul o zamanlar halifenin şehridir; onları misafir edecek bir süre. Sonra iki seçenek var önlerinde: Ya deniz yoluyla Kahire’ye gidecekler, Memlükler devrinden beri devam eden Hac kervanıyla kutsal topraklara doğru yola çıkacaklar ya da kara yoluyla Şam’a gidip, oradan güneye inen İstanbul-Mekke kervanına katılacaklar. geçmiş.

Buyur Allah’ım Buyur!

Bu kadar yol, bu kadar farklı ülke, dil… Yolda karşılaşılan farklı meşreplerden dervişler, ilmi meseleleri müzakere eden hocalar, hac emirleri, koruma olarak gelen yeniçeriler, sipahiler. Yine yol boyu hep birlikte “Buyur Allahım, buyur! Davetini duydum, sana yöneldim. Şerikin yok Allahım! Emrine uydum, kapına geldim. Hamd sanadır; nimet senin, mülk senindir. Şerikin yok Allahım!” diye okunan telbiyeler…


Arafat’ta, tavafta yan yana durulan, aynı safta namaz kılınan siyahiler, Endonezyalılar, Berberiler. Aylar süren bir yolculuk ve görülen onca yer, ziyaret edilen din büyükleri, türbeler, duyulan, kulak aşinalığı kazanılan, temeli varsa geliştirilen diller. Böyle bir yolculuğu tamamlamış ve sağlam bir niyetle arınmış hâlde yurduna dönmüş hacı, Hacı Ağa denilerek hürmet görmeye layık değil midir?

Kur’an-ı Kerim’den

Zira Biz vaktiyle İbrâhim’e Beytullahın yerini belirlediğimiz zaman: “Sakın Bana hiç bir şeyi ortak koşma ve Ben’im Mâbedimi tavaf ederken, kıyamda, rükûda veya secdede olarak ibadet edenler için tertemiz tut! ” Hem bütün insanları hacca dâvet et ki gerek yaya, gerek uzak yollardan gelen yorgun argın develer üzerinde sana gelsinler. Gelsinler de bunun kendilerine sağlayacağı çeşitli faydaları görsünler ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanları, belirli günlerde Allah’ın adını anarak kurban etsinler. Siz de onların etinden hem kendiniz yiyin, hem de yoksula ve fakire yedirin. Bundan sonra saçlarını, tırnaklarını kesip üstlerindeki başlarındaki kirleri gidersinler ve diğer hac görevlerini yerine getirsinler, dünyanın bu en kıdemli mâbedini bir kere daha tavaf etsinler. (Hac Sûresi, 26-29. âyetler)

Not Defteri

Canım Arzular Seni

Araya araya bulsam izini,
İzinin tozuna sürsem yüzümü,
Hak nasip eylese görsem yüzünü,
Ya Muhammed canım arzular seni!

Bir mübarek sefer olsa da gitsem,
Kâbe yollarında kumlara batsam,
Hub cemalin bir kez düşte seyretsem,
Ya Muhammed canım arzular seni!

Zerrece kalmadı kalbimde hile,
Sıdk ile girmişim ben bu hak yola,
Ebû Bekir, Ömer, Osman’da bile,
Ya Muhammed canım arzular seni!

Ali ile Hasan Hüseyin onda,
Sevgisi gönülde, muhabbet canda,
Yarın mahşer günü ulu divanda,
Ya Muhammed canım arzular seni!

Arafat dağıdır bizim dağımız
Onda kabul olur bizim duamız,
Medine’de yatar peygamberimiz,
Ya Muhammed canım arzular seni!

Yunus metheyledi seni dillerde,
Dillerde dillerde hem gönüllerde,
Ağlaya ağlaya gurbet ellerde,
Ya Muhammed canım arzular seni!

Erenlerin Hayatı

Sınıfı Mabet, Dersi İbadet Bilen Bir Öğretmen:Nurettin Topçu

İmam-Hatip Okulu’nun açıldığı ilk yıllar, Topçu da hocalar arasındadır. Birgün muhasebeci okul müdürüne üç aydır ders ücretini almadığını hatırlatır. Kadrosu başka okulda olduğu için haftada bir gün gelmektedir hoca. Müdür Mahir İz, sekreterine Nurettin Bey gelince hatırlatmasını söyler. Cuma gün ilk dersten çıkınca müdürün çağırdığını söylerler, odaya girer.

“Ders ücretiniz muhasebede bekliyormuş hocam, lütfen uğrayıp alın.” der Mahir İz. Nurettin Hoca “Ne ücreti?” diye sorar ve devam eder, “Ben bu okula ücret almak için gelmiyorum, ibadet için geliyorum.”
Müdür Bey şaşırmıştır. Ücretin artık çıktığını, isterse alıp bir fakir öğrenciye verebileceğini söyleyerek ikna etmeye çalışsa da başaramaz.

“Ben imza atıp kabul ettikten sonra ha yemişim ha fakir fukaraya vermişim, ne fark eder?” diye cevap verir. Zil çalınca da “Geç kalmayayım.” der ve kalkar gider. Mahir İz arkasından takdir eden gözlerle bakakalır.

Çok Yönlü Bir Entelektüel

Topçu büyük bir mücadeleci, değerli bir filozof, gönül insanı; aynı zamanda idealist bir öğretmendir.
1909 İstanbul doğumlu. Doğduğu şehirde, 10 Temmuz 1975 tarihinde ruhunun ufkuna yürür. Vefatından bir yıl önce yaş haddinden emekli edilene kadar sınıftan ve öğrencilerinden ayrılmaz.

Liseyi bitirince kazandığı bursla Fransa’ya gider. Disiplinli bir öğrencidir, kısa sürede dil sınavını verir, lisans derslerini tamamlar ve çok genç yaşta, bazı arkadaşları daha lisansı bitirirken (1934) doktora tezini savunur. Sorbonne’da doktora yapan ilk Türk’tür.

Sürgünden Sürgüne

Hocaları ve dostları Fransa’da çalışmalarına devam etmesini söylese de yurduna dönüp hizmet etmek ister. Ama maalesef memlekette dört gözle beklenmemektedir. Önce Galatasaray Lisesi’nde görevlendirilir. Derse asla geç girmeyen, konusunu en iyi şekilde anlatan, öğrencilerin ufkunu açan bir hocadır. Bir gün müdür onu çağırıp bütünlemeye kalacak öğrencilerin nüfuzlu, partili insanların çocukları olduğunu hatırlatır. Bu ikaz, onun tavrını değiştirecek değildir. Öğrenciler bütünlemeye kalınca müdür, hakkında olumsuz bir rapor yazar. İzmir Lisesi’ne tayin edilir.

Orada Hareket dergisini yayımlamaya başlar (1039). Dergide çıkan bir yazı birilerini rahatsız eder, Vefa Lisesi’ne gönderilir. Sonra da başka bir bahaneyle Denizli Lisesi’ne. Bir yıl sonra mezun olduğu İstanbul Erkek Lisesi’ne tayin edilir. On yıllık sürgün bitmiştir. Bergson hakkında yazdığı tezi savunup doçent olur ama üniversitede görev alamaz.

Maneviyat Yolunda

Denizli’de geçirdiği sıkıntılı yıl bir bakıma nimet olmuştur onun için. Bedîüzzaman’la aynı otelde kalırlar. Emniyet ziyaretçileri otele almadığı için Bedîüzzaman Said Nursi ile görüşmek kolay değildir; ama polisler gittikten sonra uzun uzun sohbet etme imkânı bulurlar. Bu görüşmeler zaten dine yatkın olan, Avrupa’da ruhçu akımlardan etkilenen Topçu’nun önünde yeni ufuklar açacaktır. İstanbul’a dönüşünde bir manevi rehber arayışına girer ve kader onu asrın ışık şahsiyetlerinden Abdülaziz Bekkine’ye götürür.

Öğrencisi Emin Işık Öğretmenliğini Şöyle Anlatıyor:

“Onun anlattığı her ders, cemaatle kılınan bir sabah namazı gibiydi. İbadet tadında ve sanki namaz içinde okunan uzunca bir zamm-ı sûreydi.”

Zihnimizi, zekâmıza hizmetkâr yaptık. Düşünerek girilen tek kapı, yalnız sınıf kapısıdır. Şuna inanınız ki, dünyada hiçbir fetih, kaderin sırrına vakıf olanlar için, sınıf kapısını açmak kadar şerefli değildir! Bizim işimiz sizin yalnız zekâlarınızı işlemekten ibaret değildir. Aynı zamanda kalplerinizi yoğurmaktır. Biz sizin bir takım dersleri öğrenen zekâ makineleri olduğunuzu hiç düşünmedik. Şahsiyet ve hâlleriniz, bizim hünerimizin gerçek eseridir. Yükseltilen bir ruh, bir dehâ eserinden daha fazla bir şeydir; bir âlemin yaratılışı gibidir. Bize, “Siz ne iş yapar, ne vazife görürsünüz?” diye soranlar olursa, onlara sonsuz sevinçle içimiz taşarak, “Bizim vazifemiz karakter yapmaktır, şahsiyet yaratmaktır,” diye cevap vermekle saadet buluruz.

Nurettin Topçu
(İstanbul Erkek Lisesi 1960-61 Mezuniyet Yıllığı)

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar