Klasik Şiirimizin Son Büyük Temsilcisi: Şeyh Galib

Şeyh Galib, “kuğunun son şarkısı” olarak nitelendirilen divanını henüz yirmi dört yaşındayken tertip etti. Çok değil, iki yıl sonra da ölümsüz eseri “Hüsn ü Aşk”ı tamamladı. Şeyh Galib, mevlevî çilesini tamamlayıp “dede” olduktan sonra da şiirler ve tasavvufi eserler yazmaya devam etti.

Kuğunun Son Şarkısı

Şeyh Galib’in yaşadığı dönemde klasik şiir artık gelişimini tamamlamış, şairler daha önceki büyük ustaların söylediklerini taklit ve tekrar etmekle yetinir olmuştu. Galib bu döngüyü kırdı. Geleneği eleştirerek şiire yeni bir soluk getirdi.

Şeyh Galib’in divanı yeni imgelerle, yeni söyleyişle öne çıkar. Hüsn ü Aşk ise zengin bir duygu dünyasında vücut bulmuş tasavvufi bir mesnevidir. Eserin kahramanları tarihten veya efsanelerden alınan âşıklar olmayıp doğrudan doğruya kavramlardır.

“Hüsn” yani güzellik ve bu güzelliğe yönelen “Aşk” hikâyenin baş kahramanlarıdır. Mesnevî bir seyrüsülûk anlatısıdır ve Hüsn ü Aşk’taki bütün kişi ve yer adları birer semboldür. Hüsn mutlak güzellik olan Allah, Aşk derviş, Beni Muhabbet tarikat, Mekteb-i Edeb dergâh, Molla Cünûn mürşit, Gayret mücahede, İsmet ihlas, Kalp Kalesi adı üstünde kalp, Hoşrübâ nefis vs… Eserde yolcunun aşması gereken zorluklar da kuyu, cadı, gulyabani, ateş denizi gibi sembollerle anlatılmıştır.

Babası da Dedesi de Mevlevi idi

Şeyh Galib 1757’de Yenikapı Mevlevihanesi civarında doğdu. Babası da dedesi de Mevlevi idi. Manevi bir atmosferde dünyaya gelen şairin doğumuna, “eser-i aşk” ve “cezbetullah” tamlamalarıyla tarih düşürüldü. Kendisine Mehmed Esad adı verildi. İlk eğitimini babasından aldı. Daha sonra Galata Mevlevihanesi şeyhi Hüseyin, Hamdi ve Neşet Efendilerden istifade etti. Başta Esad mahlasını kullanan şair, daha sonra Galib mahlasını kullanmaya başladı.

Mevlânâ’nın Huzurunda

Bir süre Dîvân-ı Hümayun Kalemi’nde çalıştı. Sonra ailesi razı olmasa da Konya’ya gidip çileye girdi (1784). Babası bu ayrılığa dayanamayıp Çelebi Ebubekir Efendi’ye rica edince Çelebi babasının ricasını kırmadı, Galib’i çilesini tamamlaması için Yenikapı Dergâhı’na gönderdi. Galib, Mevlevîlikteki bin bir günlük çilesini tamamladı ve “dede” ünvanını aldı. Çilesi boyunca şiirle uğraşmayan Galib, daha sonra şiire döndü, ayrıca şeyhinin izniyle Mevlevî külliyatından önemli eserlere şerh ve haşiyeler yazdı.

Teneşirde Simsiyah Sakallar

1794’te annesi Emine Hatun’u, 1796’da müridi ve yakın arkadaşı Esrar Dede’yi kaybetti. Bu ayrılıklar Galib’i derinden etkilemişti. Bir yıl sonra kendisi de hastalandı. 1799’da vefat etti.

Babası Mustafa Reşit Efendi’nin, cenazesi yıkanırken ağlayarak “Ah oğul! Bu tahtaya o kara sakal hiç yakışmıyor!” dediği rivayet edilir. Şeyh Galib’in mezarı bugün Divan Edebiyatı Müzesi olan Galata Mevlevihanesi bahçesindedir.

Ey gönül, niye böyle gam dolusun?
Evet, viranesin, ama tılsımlı bir gömüsün aslında.
Meleğe secde etmesi buyrulan yüce varlık da sensin.
Bildiğin gibi değil ey gönül, her yaratılmıştan ulusun.
Ruhsun, ikizsin Cebrail soluğuyla.
Hakk’ın sırrısın, benzersin Meryem oğlu İsa’ya.
Hoşça bak kendine, âlemin özüsün bilsen,
Evrenler gözbebeği insansın sen.

Şeyh Galib


(Terciibent’ten sadeleştirilerek alınmıştır.)

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar