Kırk Yıl Hatırı Var!

Sevgili okurumuz! Bu yazıyı okumadan önce kendinize en sevdiğiniz kahveyi pişirin. Yanına da minik bir tatlı koyun. Bir de evin en sakin köşesine çekildiyseniz yazıyı okumaya hazırsınız demektir!

Havalar iyiden iyiye soğudu. Akşam vakti dışarda güçlü bir yağmur başlıyor. Parmak uçlarımda ve sırtımda hissettiğim soğuktan kurtulmanın tam zamanı. Uzaktan gelen yeni kavrulmuş kahve kokusunu alınca duraksıyorum. Kim bu kokunun güzelliği karşısında duraksamaz ki! Gideceğim yer belli oldu. Koku işte tam da köşeyi dönünce karşıma çıkan bu minik kafeden geliyor. Kafeye doğru yaklaşıyorum. İçeri girmek için kapıyı açar açmaz kahvenin kokusu yoğunlaşıyor. İçeride sakin bir müzik çalıyor. Herkes kendi halinde. Kimisi kitap okuyor kimisi arkadaşıyla koyu bir muhabbette. Pencere kenarına geçiyorum. Sıcak bir kahve istiyorum. Isınmaya ihtiyacım var. Kahvenin bu işi başarı ile gerçekleştireceğinden eminim. Kahvem de bundan emin. Tıpkı bu minik sıcak kafede birbirinden farklı insanları bir araya getiren gücünün farkında olduğu gibi. Kahvemi yudumluyorum. Mideme doğru hızla yayılan sıcaklık dudaklarımda bir tebessüm oluşturuyor.

Müzisyen Henry Rollins’in dediği gibi, bir fincan kahvenin yanına en iyi ne gider? Elbette bir fincan daha.

Kahvenin bizi büyüleyen bir yanı var. İçimizi ısıtan, muhabbetlerimizi tatlılaştıran, kitap okurken ya da sabahın mahmurluğunda uyanmaya uğraşırken. İkindi vakti gün yorgunluğunu atmaya çalışırken, dostlarımızla bir araya gelirken kahvenin hep bir yeri var. Cemal Süreya keşke kahvaltı için kullandığı sözü bir de kahve için söyleseydi. Zira kahvenin de mutlulukla bir ilgisi var. Gerçi Cemal Süreya çok da farklı bir şey söylememiş. Çünkü Kahvaltı kelimesi de esasında “kahve altı” anlamına gelir. Kelime, Türk kültüründe kahvaltıdan sonra kahve içme geleneği olduğundan dolayı “kahveden önce yenen” anlamına gelen “kahve altı” sözünden oluşmuş.

Kahve hayatımızın bu kadar içindeyken onu ne kadar iyi tanıyoruz? Belki biraz daha yakından tanıma vakti gelmiştir. Peki onunla ilk tanışan kimdi dersiniz? Gelin biraz geçmişe yolculuk yapalım. Bundan yüzyıllar öncesine…

Kahvenin bulunuşu hakkında birkaç hikâye var. Türk-Osmanlı bilim adamı ve aydını olan Kâtip Çelebi’ye göre kahve Yemen dağlarında yaşayan dervişler tarafından bulundu. Kahve ağacını kiraz ağacına da benzeten Çelebi, kahvenin dervişlerce bulunduktan sonra öncelikle yemişini yiyip çekirdeğini de döverek yediklerinden bahseder. Henüz kavrulmamış bu yeşil kahve çekirdekleri dervişlerin çok hoşuna gider. Kimisi yemişi kavurup suyunu da içmişler.

Kâtip Çelebi’nin anlattığına pek ters düşmeyen bir başka hikâye ise İgnatius Mouradja D’Ohsson’a ait. Yazarın tarihçi Ahmet Efendi’ye dayanarak verdiği bir bilgiye göre kahveyi bir Şâzelî dervişi, Arabistan’daki Moka’da 1258 yılında bulmuş. Tekkesinden kovularak kuş uçmaz kervan geçmez bir yere sürülen bu derviş, yiyecek bir şeyler aramış. Açlıktan bitap düşünce bulunduğu bölgedeki ağaçların meyvelerini toplayıp kaynatmış. Üç gün yalnızca bu suyu içerek hayatta kalan dervişin diğer arkadaşları onu merak edip yola çıkmışlar. Dervişin yanına gelince onun hayatta kalmasını sağlayan bu sudan tatmak istemişler. Orada kaldıkları sekiz gün boyunca da bu suyu içmeye devam etmişler. Yolda yakalandıkları uyuz hastalığından günler sonra kurtulduklarını gören dervişler, kendilerini bu suyun iyileştirdiğini düşünmüşler. Şehre indiklerinde haber Moka’da yayılmış. Sonra herkes bu meyveleri toplamaya ve kullanmaya başlamış.

Başka bir efsaneye göre ise kahveyi bizimle Etiyopya’daki bir dağ çobanı tanıştırdı. Çoban, sürüsünü otlatırken keçilerinin eskisine göre daha hareketli olduğunu fark etti. Onları gözleyince de bir meyve yediklerini gördü. Keçilerin bu enerjik hallerinin meyveden kaynaklı olacağını düşünerek bunu keşişlerle de paylaştı. Meyveyi deneyen keşişler kahvenin tadını beğenmeyip ateşe attılar. Ateşin içindeki kahve kavruldukça güzel bir koku yaydı. Koku keşişlerin ilgisini çekti ve bu kez çekirdeği yemek yerine onun suyunu içmeyi denediler. Oldukça hızlı bir buluş hikâyesi değil mi?

Türkler Kahve ile Tanışıyor

Biz Kâtip Çelebi’ye dönelim. Çelebi’ye göre kahveyi uzun bir süre Araplar kullanmış. Suriye, Mısır, İran ve Hindistan gibi ülkelere yayılması yüz yılı bulmuş.

Kahve ancak 16. Yüzyılda Türkler ile tanışmış. 1543 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde gemilerle İstanbul’a gelen kahve, ilk olarak burada da tasavvuf çevrelerince rağbet görmüş. Sufiler kahveyi uzun zikir gecelerinde zinde kalmak için içince ulemanın aklına kahvenin dinen uygun olup olmadığı sorusu gelmiş. Nihayetinde ulemanın çoğunluğu kahvenin mübah olduğunu belirtmiş. Fakat bunun yanında iki sınıf varmış ki bunların biri kahvenin sarhoş edici etkisi olduğunu savunup haram olduğunu söylüyor, bir diğer grup ise kahvenin neredeyse ibadetin bir parçası olduğunu savunuyormuş.

Kahvehanelerin hikâyesi ise kahvenin hikâyesinden çok daha karmaşık. Kahvehaneler ilk olarak İstanbul’da 1553 yılında ortaya çıkıyor. Tahtakale’de bir tüccarın açtığı ilk kahvehaneden sonra kahvehanelerin sayısı İstanbul’da hızla artıyor. Evliya Çelebi, 1630 yılında İstanbul’da 55 kahvehane ve bu kahvehanelerde 100 ocakçı ve çırak olduğunu yazar. İgnatius Mouradja D’Ohsson’a göre ise II. Selim ve III. Murat döneminde İstanbul’da küçük kahve ocakları dahil 600 kahvehane vardı.

Kahvehanelere Kimler Gidiyordu?
Osmanlıda kahvehanelerde kitap okunur, satranç-tavla gibi oyunlar oynanırdı. Bazılarından ut sesi gelirdi. Bu yüzden kahvehanelere “mekteb-i irfan” da denilirdi.

Osmanlı döneminde kahvehanelerde çeşitli sınıflardan insanlar toplanırdı. Aydınlar kalabalık gruplar halinde kahvehanelerde otururlar; bazıları kitap okur, bazıları ise satranç-tavla gibi oyunlar oynardı. Bazı kahvehanelerden güzel nağmeli ut sesi gelirdi. Dini konular konuşulduğu gibi edebiyat sohbetleri de oldukça yaygındı. Kahvehanelerin ayrıca adeta bir tiyatro sahnesi olarak kullanıldığını da biliyoruz. Karagöz ve meddah gösterileri de oluyordu. Hatta âşık atışmalarının ve meddah gösterilerinin yapıldığı kahvehaneler diğerlerinden ayrılırdı. Bu eğitici rollerinden dolayı kahvehanelere “mekteb-i irfan” yahut “medresetü’l-ulemâ” da denilirmiş.
Kahvehaneleri kullanan belli bir kesim de vardı ki, devletin asla istemediği bir şeyi yapıyor; iktidara karşı siyasi toplantılar düzenliyorlardı.

Ve Kahve Yasaklanıyor

Kahvehanelerin bu kadar dolup taşması iki kesimi çok rahatsız etti. Bunlardan ilki imamlar ve müezzinlerdi. Halkın kahvehanelere alışıp iyiden iyiye camilerden uzaklaştıklarını düşündüler. “Kahveler kötülük ocağıdır, meyhaneye gitmek oraya gitmekten iyidir.” bile dediler. Onların bu rahatsızlığı Şeyhülislam Ebussuud Efendi’ye kadar ulaşınca, o da kömürleşme derecesinde kavrulan her şeyin yasak olduğu üzerine fetva verir. Bununla kalmaz tüm kahve çuvallarını deldirtip denize attırır.

Sonuç olarak padişah III. Murat zamanında kahvehaneler kapatılır. Kahvehanelerin kapatılması yetmez, kahve içmek de yasaklanır.

Kahvehaneler sadece Osmanlı’da kapatılmamıştır. İhtimal Osmanlıdaki din bilginleri bu durumdan bu kadar rahatsızsa Arap ülkeleri de durumun farkındadır. Bu yüzden 1559 yılında Humus’ta, 1565’te Halep, Şam ve Kudüs’te, iki yıl sonra da Mısır’da bulunan kahvehaneler de kapatılır.

Sadece İslam ülkelerinde değil Avrupa’da da kahvenin yasaklandığı bir dönem vardır. İngiltere’de de kahve, beden sağlığı için iyi değil bahanesi ile yasaklara maruz kalmıştır.

Kahve Kısa Süreliğine Yine Özgür

III. Murat zamanında uygulanan yasak, halkı pek de korkutmaz. Kahvehanelerin sayısı öyle bir artar ki hükümet artık bu durumun önünü alamaz. Bu yüzden din bilginleri tekrar bir araya gelir ve kahve konusunu tartışmaya başlar. Şeyhülislam Bostanzade Mehmet Efendi meseleye el koyar ve bir fetva çıkarır. Artık kahvehaneler serbesttir!

IV. Murat Duruma El Koyuyor
1633 yılında Cibali’de başlayan büyük yangında kahvehaneler suçlanır. Bu yangın şehrin en önemli yerlerini etkiler. Bunun üzerine padişah IV. Murat kahvehaneye gidilmesini de kahve içilmesini kati olarak yasaklar.

Derken toplum gittikçe bozulmaya başlar. Öyle ki, Genç Osman’ın öldürülmesinden sonra isyancılar kahvehanelerde toplanmaya başlar.

Bunun üzerine bir de 2 Eylül 1633 tarihinde Cibali’de başlayan büyük yangının sebebi olarak kahvehaneler gösterilir. Bu yangın, şehrin en önemli yerlerini etkiler. Yangının kahvehanelerde tütün içenler yüzünden çıktığı haberi yayılır. Bu yaşananlar IV. Murat’ı oldukça rahatsız eder. Padişah tütün yasağı ile birlikte kahvehaneye gidilmesini de kahve içilmesini de kati olarak yasaklar. O gün Osmanlı şehirlerinde bulunan tüm kahvehaneler kapatılır.

Kahve Ekonomiye Katkı Sağlayınca İşler Değişiyor

Tütün yasağına ağırlık verildikçe kahve yasağı eski katılığını kaybeder. Bu da kahve ticaretini hareketlendirir. San’a ve Yemen’den çuval çuval kahve gelmeye başlar. I. İbrahim döneminde kahvehaneler yeniden açılır. Kahve işinin ekonomik yanını da görmezden gelemeyiz. Bu kadar rağbet varken elbette kahve ticareti de oldukça kârlıydı. Bu nedenle devletin sadrazamları bile kendilerine kahvehane yaptırmış ve bu kahvehane kiralarından ciddi gelirler elde etmişler.

17.yüzyılın sonlarına doğru kahve her türlü yasaktan arınmış. Sultan Abdülaziz ve Sultan II. Abdülhamit devrinde kahve altın çağını yaşamış desek abartmış olmayız. Hatta padişah kahvehanelere hafiyeler göndererek halkın sosyal, ekonomik ve siyasi durumunu da gözlemlermiş.

Kahvenin Yeni Durağı: Avrupa
Kahvenin İstanbul’dan sonraki durak yeri Avrupa oldu. İhtiyaç fazlası kahve Avrupa’ya götürülünce on yedinci yüzyılda Avrupalılar da kahve ile tanışmış oldu.

Kahve adeta bir seyyah gibi yavaş yavaş tüm dünyaya kendini tanıtırken İstanbul’dan sonraki durak yeri Avrupa oldu. Osmanlıda her ne kadar kahve tiryakiliği devam etse de ihtiyaç fazlası kahvenin Avrupa’ya götürülmesine izin verildi. On yedinci yüzyılın ortalarına doğru kahve Avrupa’nın önemli şehirlerinde bilinen ve içilen bir içecek halini aldı. Avrupalılar arasında Yemen kahvesi gittikçe ünlendi.

İlk kahvehane Venedik’te 1615 yılında açıldı. Bundan otuz sene sonra 1645’te ise tüm İtalya’ya yayıldı. İlerleyen yıllarda Marsilya, Londra, Viyana ve Paris’te de kahvehaneler yani “Kafe”ler açılmış oldu.

Kahve her ne kadar Fransa’ya, 1653’te giriş yapsa da 1669’da kullanılmaya başlanmış. Hatta kaynaklarda o yıl Parislilere kahveyi alıştıran kişinin bir Türk olduğu yazıyor. Bu kişi Türk elçisi olan Süleyman Ağa’dır. Bir başka Türk Elçisi olan Mehmet Ağa ise kahveyi Viyanalılarla tanıştırır.

Başka bir söylentiye göre Osmanlı, Viyana’yı kuşatma esnasında içmek için getirdiği kahve çuvallarını kuşatma başarılı olmayınca orda bırakır. Yaklaşık 500 çuval kahvenin bir Polonyalı tacir tarafından alınıp bu kahvelerle ilk kahvehaneyi açtığı söyleniyor. ilk kahvehanenin Venedik’te açıldığını düşünürsek bu söylentinin doğruluğu tartışılır.

Avrupalılar Kahveyi Çok Seviyor

Kaynaklara göre 1706 yılında ilk kahve ağacı Amsterdam’a geldi. 1720 ve 1850 yıllarında kahve ekimi Güney Amerika ve Batı Hint Adaları’na yayıldı. Kahve artık Amerika kıtasındaydı. Hindistan’ı fetheden İngilizler 1840 yılında Hindistan’da kahve ürettirmeye başladılar. Ve işin sonu geldi Afrika’ya dokundu. Avrupalılar on dokuzuncu yüzyıl sonlarında Afrika’da plantasyonlar kurdu. Bir kahve türü olan Robusta da böylece keşfedildi.

Avrupalılar bu kahve işini öyle çok sevdi ki makineler üretmeyi ve kahveyi daha hızlı bir şekilde sunmayı amaçladılar. 1948 yılına gelince ilk Espresso makinesi de icat edildi. Özellikle kahve deyince akla İtalya geliyor. İtalyanlar o dönemde de kaliteli kahve pazarları kurmuş ve İtalyan baristalar da bu şekilde ortaya çıkmış. Sonra gelsin Latteler, Cappicinolar…

Kahvenin Bir de Acı Tarafı Var

Hollandalılar, Fransızlar ve İngilizler Java’da sırf kahve üretmek için yerli halkı köleleştirdi. Oysa 1888 yılında kölelik kaldırılmıştı. Sırf bu kahve işi için Afrika’yla köle ticareti yapılmış. Yılda 30 bin civarında Afrikalı’nın köle olarak getirildiği söyleniyor. Böylelikle Avrupa’nın ürettiği kahveler yavaş yavaş bütün dünyaya yayılarak Yemen kahvesinin yerini almış oldu.

Çayı ile Meşhur Olan İngilizler

İngilizler de kahveyi esasında çok sevdi. İngilizler kahveyi de farklı bir şekilde sunuyordu. Örneğin içine hardal katıyorlardı. Çayı daha çok sosyete kısmı kullanırken kahve yoksulun, tüccarın, fakirlerin içeceği olmuştu. Bu yüzden burjuvanın ilk zamanlar kahveye karşı mesafeli bir tutumları olmuş diyebiliriz. İngiltere’de günümüzde oldukça çok kafe var ve bir kahve kültürü mevcut fakat İngilizlerin daha çok hazır kahve tükettiğini söyleyebiliriz. Hazır kahveyi ise 1901 yılında bir Japon Kimyager icat etmiş.

Gelelim Amerika’ya

Tüm dünyaya Starbucks’ı pazarlayan Amerika’da da ilk olarak İngilizler gibi çay tercih edildi. Fakat Amerika bağımsızlık bildirgesinden sonra adeta çayı bile geride bıraktı. Çünkü İngiltere başka gıdalarda olduğu gibi çayı da çok yüksek vergilendiriyordu. İnsanlar bu durumdan o kadar bıkmışlar ki “çayınız da sizin olsun” deyip çay dolu bir tekneyi denize atmışlar. Sonra evlerine dönünce herhalde “Çay yoksa biz de kahve içeriz!” diyerek kahveyi bağırlarına basmışlar. Amerika’da 1971’de üç genç öğrenci Starbucks’ı kurdu ve Starbucks kahveleri tüm dünyaya adını duyurdu.

Bir Başkadır Türk Kahvesi

Türklerde kahve özel bir içecektir. Kahveye yüklenen anlam‚ “Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır!” sözünden de pekâlâ anlaşılır. Mesela kız isteme merasimlerinin bir numaralı aracıdır kahve. Önce bir kahve içilir daha sonra kız isteme merasimine geçilir. Olur da kız verilirse bu defa da damat tuzlu kahve ile sınanır. Bu bakımdan her çiftin evliliklerinin ilk sözünde kahve ile ilgili bir anısı vardır…

Muhabbetlerimizin en koyusunda yine bir fincan kahve eşlik eder bize. Kahveye verilen değerden olsa gerek onu içeceğimiz zaman muhakkak araya bir özen giriyor. Kahveyi birbirinden şık fincanlar ile ikram ederiz. Onun yanına yakışacak su bardaklarımız vardır. Kahveyi misafirlerimize özel tepsilerde sunarız. Yanına olmazsa olmaz lokumu da iliştiriveririz.

Türk kahvesi genelde Brezilya menşeli Rio Minas olarak adlandırılan çekirdekten yapılıyor. Bu kahvenin alışık olduğumuz gibi biraz acı ve ekşi bir tadı var. Türk kahvesi ayrıca Etiyopya, Yemen ve Kolombiya kahvelerinden de yapılıyor. Kahvenin en önemli özelliği pudra kıvamında çekilmiş olması. Evinizde Türk kahvesi için çekirdek öğütürken ahşap havandan yardım alabilirsiniz. Aromayı daha iyi tutabilmesi için metalden her zaman daha kullanışlı. Sonra gelsin birbirinden güzel sohbetler, muhabbetler!

Bu Kadar Tarih Bilgisi Yeter

Şimdiye kadar kahvenin tarihimizde iyi kötü anılara sahip olduğunu gördük. Kahve deyip geçmedik ve kahvenin uzun hikâyesini birlikte okuduk. Şimdi sıra geldi iyi bir kahve içmenin ipuçlarına. Kahvenin kendisi hakkında bir şeyler öğrenmeden bu yazıyı bitireceğimi mi sanıyordunuz. Bana göre işin en eğlenceli kısmı bundan sonra başlıyor. Gelin hep beraber kahvenin ağacından fincanımıza kadar nasıl geldiğine bir göz atalım:

  1. Kahve meyvesine esasında kahve kirazı da deniyor. Onun çekirdekleri de içtiğimiz bu güzel kahveleri oluşturuyor.
  2. Kahve ağacı fideden çiçekli bir kahve ağacına dönüştükten 3-4 yıl sonra meyve vermeye başlıyor.
  3. Kahve meyvesi toplandıktan sonra çekirdek meyveden çıkarılıyor. Genellikle bu işlemi meyveleri öncelikle kurutarak yapıyorlar. Soyulduktan sonra çekirdeğin yüzeyinde yine ince bir zar bulunuyor. O da soyulduktan sonra artık kahve çekirdeği ortaya çıkıyor.
  4. Bu çekirdek aslında yeşil renkte, sert ve tadı da adeta çimene benziyor. Çekirdekler boyları, yeşillikleri ya da ağırlıklarına göre tasnif ediliyor.
  5. Üreticilere dağıtıldıktan sonra kavrulma makinelerine atılıyor.
  6. Yaklaşık olarak 8 ila 14 dakika boyunca yavaş yavaş renk değişerek kavrulan kahve çekirdekleri istenen renge ulaşınca kavrulmanın devam etmemesi için hızla soğutuluyor.
  7. Kahveler öğütüldükten sonra artık içilmeye hazır!
Dünya Kahveleri

Türklerde olduğu gibi her milletin kendi damak tadına uygun bir kahve tarifi var. Her ne kadar İtalyan baristalar kahveyi şaha kaldırmış olsalar da diğer milletlerin de birbirinden ilginç ve güzel kahveleri var. İşte size kahvelerinizi yaparken yardım alabileceğiniz birbirinden farklı kahve türleri ve tarifleri.

Filtre Kahve

Filtre kahve, demleme usulü ile yapılan bir kahve çeşididir. Kahve taneleri Türk kahvesine göre daha iri öğütülür. Bu kahveyi makinede ya da el yordamıyla farklı kahve gereçleri ile yapmanız mümkün. Süt ve kahve kreması ile servis edilir. Ayrıca soğuk olarak da içilir.

Espresso

Espresso dünyada neredeyse herkes tarafından bilinen bir kahve çeşididir. Yoğun bir kahve olduğu için küçük bir içecektir. Fakat onun da üç farklı boyutu var: Ristretto, Normale ve Lungo. Ristretto en yoğun espressodur. Normalde suyun en fazla 30 saniye akmasına izin verilerek hazırlanan klasik espresso. Lungo ise espressonun iki katı kadardır fakat yalnızca su miktari artar bu yüzden daha hafif bir kahvedir.

Macchiato

Macchiato italyanca “benek” anlamına gelir. Bu kahve için öncelikle köpürtülen süt, bardağa tamamen dolduracak şekilde eklenir. Daha sonra hazırlanan Espresso tam ortadan yavaşça bardağa boşaltılır. Böylece süt köpüğünün üzerinde bir benek oluşur. Ve Espresso süt ve süt köpüğünün arasında kalır.

Kapuçino

Eğer bardağınızın üzerinde güzel şekiller elde etmek istiyorsanız bu kahve çeşidi bunun için biçilmiş kaftan. Ortalama 150 ml fincanda 30 ml Espresso (1 shot) ve geri kalanı da hafif köpürtülmüş süt olarak hazırlanır. Üzerinde sanatınızı konuşturmak için ağzı geniş bardaklar kullanmanızı öneririz.

Latte

Latte, büyük bardaklarda servis edilen ve Cappuccino’nun neredeyse iki katı olan bir kahvedir. Genellikle 240 ml’lik bardakta servis edilen Latte’nin süt oranı fazladır. Bardak büyük olduğu için dubble Espresso üzerine süt eklenmesi önerilir.

Moka

Mocha kahve ve çikolatanın ortak bir noktada buluştuğu bir kahve çeşidi. Espresso, çikolata şurubu ya da tozu, sıcak süt ve süt köpüğü ile yapılır. Süt köpüğünün üzeri genellikle bir tutam kakao tozu ya da tarçın tozu ile süslenir.

Con Panna

Con Panna, Espresso ve üzerine süt köpüğü yerine krem şantiden oluşuyor. Espresso’nun krem şantiye oranı yarı yarıyadır. Kremayı yine tarçın ya da kakao tozu ile süsleyebilirsiniz.

Affogato

Affogato soğuk bir kahve türü. Soğutma işlemini ise vanilyalı dondurma üstleniyor. Hazırlanan 1 shot Espresso’ya iyice doldurulmuş bir kepçe vanilyalı dondurma konarak hazırlanıyor.

AmerIcano

Amerikalılar, İtalyanların yoğun kahvesini acı bulmuş olmalı ki Espresso’nun üzerine bol miktarda su koyarak Amerikano’yu çıkarmış. Bunun için ölçüler 30 ml’lik 1 shot Espresso’ya dört katı kadar sıcak su.

Frappe

Bir Yunan kahvesi olan Frappe de soğuk içilen kahvelerden. Yunanlılar bu kahveyi hazır kahve ile yapıyorlar. Hazır kahvenize bir miktar su ekleyip çırpın ve üzerine soğuk süt ekleyin. İsterseniz krema ya da vanilyalı dondurma ile de frappenizi yapabilirsiniz.

Yumurtalı Kahve

Bir Vietnam kahvesi olan bu kahve için bir yumurtaya iki tatlı kaşığı toz şeker eklenip mikserle üç dakika çırpılır. Çırpılan yumurtanın üzerine süzülen filtre kahve eklenir ve krema ile servise hazır hale gelir.

Peynirli Kahve

Finlandiya ve İsveç kahve geleneğinde yer alan Kaffeost; bir diğer adıyla peynirli kahve, küp küp doğranmış peynirlerin kahve içilecek fincanın içerisine eklenip, ardından üzerine sıcak filtre kahve dökülmesiyle hazırlanır.

Bonbon Kahvesi

İspanya’ya özgü bu kahve için küçük bir bardağa öncelikle şekerlendirilmiş süt dökülüyor, daha sonra sütün üstüne iki shot Espresso ve kahve köpüğü eklenilerek, leziz bir kahve ortaya çıkıyor.

Fas Kahvesi

Türk kahvesine benzer bir kahve. Tek farkı içinde susam, muskat ve karabiber olması. Bu baharatlar kahveye sonradan katılmıyor; kahve ile birlikte çekilip öyle pişiriliyor.

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar