DURDU OZAN
Verimli toprakları, akarsuları ve hurmalarıyla meşhur güzel şehir Medine. İlk adı zarar vermek, başa kakmak, bozmak anlamlarına gelen Yesrib olsa da kendisini şereflendiren Efendiler Efendisi tarafından Taybe diye anılmış. Temiz şehir. Uhud’u sinesinde barındıran, her zaman muhacirin ensarı olan güzel şehir Medine.
İşte bu sıcak şehrin hurmalıklarının birinde, ağaçta bir köle, efendisinin isteği ile hurma topluyor. Adı Mabeh. Medine’yi çok seven o adamın kulağı, gözü, gönlü hep gelecek bir habere odaklı. Tam olarak, Şam, Musul, Nusaybin ve en son Ammûriyye’deki rahibin dediği yerdeydi şimdi. Hz. İbrahim’in dini üzere gönderilecek son Nebi’nin hicret edeceği yerde.
Zihninde yine bu düşünce, uzaktan bir adamın telaşla kendilerine doğru geldiğini gördü. Amcaoğlunun telaşla gelişini gören efendi de meraktaydı. Mekke’den gelen ve Nebi olduğunu söyleyen birinden bahsediyordu bağıra bağıra ve O’nu çevreleyen insanlardan. Kalbi pır pır etti.
RAHİPİN İŞARET ETTİĞİ ŞEHİR: MEDİNE
Mabeh, memleketinde zengin ve nüfuzlu bir ailenin, el üstünde tutulan biricik oğluydu aslında. Özellikle babasının gözbebeğiydi. Tapınakta ateşe gönül verip ona hizmet etti yıllar boyu. Bir gün bir rahiple tanıştı. Sonra başka bir rahiple, sonra başkasıyla. Onların müjdeleriyle de, şehirden şehre göçüp durdu.
En son vefat edeceğini anlayan rahip, ona son hedefi işaret ediyordu: Medine. Mabeh, bu kutlu yolda en değerli varlıklarından vazgeçti. Malı, mülkü gitti ama en önemlisi hür olarak çıktığı yolculuğu köle olarak tamamladı. Yolculuğuna, babasının kapattığı zindandan kaçmakla başlamıştı. Fakat şimdi köle prangasıyla bağlanmıştı. Ama şimdi, işittikleri adeta özgürleştirmişti onu.
MABEH DUYDUKLARINI DOĞRULUYOR
Hızlı hareketlerle ağaçtan indi, işin aslını öğrenmek için arka arkaya sorular yöneltti haberciye. O kadar heyecanlıydı ki, neredeyse efendinin üzerine düşecekti. Yüzüne yediği bir tokatla yeniden köle olduğunu hatırladı. “İşine dön!” Yeniden tırmandı. Akşamı zor etmişti.
Toplayabildiği kadar yiyecek topladı. Nebi’ye götürecekti. Bir kısım şeyleri test etmesi gerekiyordu. O’nu Kuba’da yanındakilerle sohbet ederken buldu. Elindekileri, “Bunlar sadakadır.” deyip uzattı. Yenilmeyip yanındakilere ikram edildiğini görünce içi rahatladı. “Bu bir.” dedi içinden. Geri dönüp bir şeyler daha topladı. “Bunlar hediyedir. Buyurun.” dedi. Hem kendisinin hem arkadaşlarını yediğini görünce, derin bir nefes aldı. “İkinci işaret de tamam.” dedi. Ammûriyye’deki rahibin dediğine göre son bir alamet vardı görmesi gereken.
“SELMAN BİZDENDİR”
Efendiler Efendisi (sas), bir cenaze için mezarlıktaydı. Mabeh, bir şekilde kıyafetinin açık kısmından peygamberlik mührünü de görmeye muvaffak oldu. İşaretler tamamdı ve Mabeh kendini tutamayıp mührü öptü, öptü. Huzura çağrıldıktan sonra başından geçenleri bir bir anlattı. Peygamberimiz (sas), herkesin duymasını istiyordu. Bir daha anlattırdı, bir daha. Huzurda Müslüman oldu ve onun adı artık Selman-ı Farisi idi.
Selman Hakka kuldu ama bir Yahudi’nin de kölesiydi hala. Gün geldi kölelikten kurtuldu. Sonra hep hayırla gördük onu, hep hayırda gördük. Mesela, Hendek Savaşı’ndaki, şehri çevreleyen çukurların kazılması teklifi ile hatırlarız onu. Bu teklifle, bir savaşı önlemişti belki de.
Hazreti Ali’nin şehadeti ile “Ulaşılmaz bir deryaydı. O Ehl-i Beyt olarak bizden birisiydi.” Zira onu paylaşamayan ensar ve muhacire Efendimiz, “Selman, Ehl-i Beyt olarak bizdendir.” demişti. Rahmet olsun ruhuna ve aşkın bizlere örnek olsun…