Ümmetin emini: Ebû Ubeyde b. Cerrâh

Namazdan sonra Resûl-i Ekrem Ebû Ubeyde'yi çağırdı. "Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini de Ebû Ubeyde'dir." buyurdu.

Durdu Ozan

İslam’ın ilk yıllarıydı. Bir yanda müşriklerin kabaran kini diğer yanda genişleyen bir İslam halkası… Sineleri aşk ve heyecanla çarpıyordu taze Müslümanların. Ne var ki imanlarını yerin derinlerindeki hazineler gibi gizli tutmalıydılar. Yalnızca kıymetini bilecek olana açılabilirlerdi. Döneminde okuma yazma bilen nadir insanlardan olduğu için müşrikler arasında saygın konuma sahip biri vardı. İşte cevahirin kıymetini bilebilecek bu dimağı, Hazreti Ebû Bekir İslamiyet’le tanıştırdı. Henüz Erkam’ın evine geçilmeyen günlerdi. İslam bir insanın daha kalbinde yer ediniyordu. O gün bu daveti kabul eden kişi, Peygamberimizin daha sonra cennetle müjdeleyeceği Ebû Ubeyde b. Cerrâh idi.

Baba Oğul Karşı Karşıya

O günlerde Müslüman olmak her türlü sıkıntı ve zulmü baştan kabul etmek demekti. Hazreti Ebû Ubeyde bu zorlukların bilincindeydi. Müşriklerin işkencesi dayanılmaz bir hâl alınca Habeşistan’a hicret eden gruplardan birine katıldı. Orada bir süre kalıp Mekke’ye döndü. Hicretten sonra ise Medine’de onu Peygamber Efendimiz’in yanından bir an bile ayrılmayacağı günler bekliyordu. Bedir’de, Uhud’da ve nicelerinde hep dizinin dibindeydi. Efendimiz onun için dostların en güzeli, insanların en sevimlisiydi. Bedir’deki mücadelesi bunun en büyük kanıtı oldu. Düşman saflarında, kendisine bin türlü eziyeti reva gören babası da vardı. Onunla karşı karşıya gelmemek için elinden geleni yaptı. Başka yönlere gitti, başka düşmanlarla çarpıştı; ama babası, oğluyla kapışmak ve ona unutulmaz bir ders vermek niyetindeydi. Karşısına çıkmak için her yolu deniyor, onu adım adım takip ediyordu. Nihayet baba oğulun kılıçları birbirine değdi. Ebû Ubeyde, çevik ve ustaca hamlelerle babasının darbelerini savuşturdu. Zarar vermemeye çalışarak, sadece kendini savunmaya yönelik hareketlerle ilerliyordu. Ne var ki babasının Mekke’de başlayan zulmü burada da devam etti. Oğlunu öldürmeye yemin etmişçesine saldırıyordu. O ise kılıcında babasının kanını asla istemiyordu. Dil döküp vazgeçirmeye çalışmak faydasızdı. Savaş meydanında onlar gibi burun buruna gelmiş ne baba oğullar ne kardeşler vardı. Aynı sahne kim bilir kaçıncı kez tekrarlanıyordu. Nihayet İslam uğrunda babasının hayatına son verdi. Bu olay üzerine “babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabalarından da olsa müminlerin kâfirleri dost edinemeyeceğini” bildiren ayetin nazil olduğu rivayet edilir. (Mücadele suresi, 58/22)

Hetemlerin En Güzeli

Uhud’da çetin bir mücadelenin ortasındaydık. Hepimiz bir yerimizden yaralanmıştık. Fakat hayatımız adına endişe duymanın çok ötesindeydik. Mesele İslam’ın ve Resûlullah’ın muzaffer olmasaydı. Biz şehit olmayı da ölesiye arzuluyorduk; ama o an için odaklandığımız şey yaşamaktı. Allah ve resulü için yaşamak, ne pahasına olursa olsun Resûlullah’ı korumak… Önünde siper olduk; kimimiz parmaklarını kaybetti, kimimiz gözünü. Kimimizin oklar saplandı göğsüne, kimimizin kılıç yarası almadık yeri kalmadı. Ama Peygamber Efendimiz’i o hâlde görünce yüreğimiz ağzımıza geldi. Mübarek yüzünden akan kanlar sakalını ıslatmıştı. Kan kaybından ayakta duracak mecali kalmamıştı. Hepimiz mübarek yüzündeki miğfer halkalarını çıkarmak için yarışa girdik. Ebû Ubeyde müsaade istedi. Resûlullah’ın canı yanıyordu. Elle çıkarılırsa çok acı çekerdi. Arkadaşımız ön dişleri ile ilk halkayı çıkardı. Halkayla birlikte bir dişi de düşmüştü. Bu durumu gören Ebû Bekir, izin ver ikincisini ben çıkarayım, dedi. Ebû Ubeyde razı olmadı ve ikinci halkayı da kendisi çekti. Bir dişi daha düştü. Ebû Ubeyde ön dişleri olmadan hayatına devam etti. O zamanlar ön dişleri olmayan insanlara “hetem” denir ve o kişiler toplumda alaya alınacak kişiler olarak görülürlerdi. Ama hiç kimse arkadaşımızla dalga geçmedi. Kur’ân okurken ve konuşurken bazı sesleri çıkaramazdı. Hazreti Ebû Bekir onun için “O hetemlerin en güzelidir.” derdi. Hepimiz, “Dişsizlik insanı çirkinleştirir; lakin Ebû Ubeyde Uhud’da kaybettiği dişlerinden sonra çok daha güzelleşti.” diye düşünürdük.

İnsanların En Akıllısı Allah’ın Emirlerini Yerine Getirendir!

Necran Hristiyanlarından bir heyet gelmişti. İslam’ı kendilerine öğretecek güvenilir bir rehber rica ettiler. Sevgili Peygamberimiz, “Yarın öğle namazından sonra ashabım arasından güvenilir birini size rehber olarak görevlendireyim.” buyurdu. Herkesin içi gidiyordu o övülen kişi olmak için. Bilhassa Hazreti Ömer “Anılan özellikte olmayı ne çok isterdim.” demişti. Ertesi günü zor ettik. Efendimize yakın yerde saf tuttuk. Namazdan sonra Resûl-i Ekrem, Ebû Ubeyde’yi çağırdı. “Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini de Ebû Ubeyde’dir.” buyurdu. Sesi kulaklarımızda hâlâ.

Ebû Ubeyde 58 yaşında, veba salgınında vefat etmeden evvel şunları söylemişti:

“Namazınızı kılınız! Orucunuzu tutunuz! Sadakanızı veriniz! Haccınızı yapınız! Birbirinize iyilikte bulununuz! Alimlere ve büyüklere itaat ediniz! Dünyaya aldanmayınız! İnsanların en akıllısı Allah’ın emirlerini yerine getirendir. Hepiniz için Allah’ın selam ve rahmetini, lütuf ve bereketini niyaz ederim.”

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar