Aman Allah’ım, bir iş… İsveç’e geldiğimden beri işsiz olan bana bir iş…
Görevim, lokantada hijyen istikrarının sağlanması ve bunun devamlılığının korunması. Anlamadınız tabi. Bizim mesleğe halk arasında kısaca bulaşıkçılık deniyor. Şimdi anladınız. İsveç’e benim gibi sonradan gelip burada aynı işi yapan tıp profesörü arka- daşım da aynı işi yapıyor. Ancak benim tayinim daha ilk günden patronun başka bir lokantasına çıktı. İlk gün personelin, “Bu adam kim? Ne işi var burada?” bakışlarıyla başladık işe.
İsveççe var mı?
– Hayır.
– Daha önce lokantada çalıştın mı? – Hayır.
– İsveç yemeklerini bilir misin? – Hayır.
– Seni ne diye gönderdiler bize? – Bulaşıkçı…
– İyi, geç arkadan üstüne bir şeyler giy başla.
Bu arada saat 15 ve oruç yavaş yavaş kendini hissettirmeye başladı. 20 saatlik orucun iftarına daha 7 saat var.
Çalıştığım lokanta sadece akşam yemeği veriyor, mesai saat 15 ile 23 arası. Hava çok aşırı sıcak olmasa da iş ağır, hele de sıfır tecrübeli benim için. Lakin bu ayın sonuna kadar dördüncü kiralık evimi bulamazsam düşüncesi, tepemde Demoklesin Kılıcı gibi sallanıp durdukça ne susuzluk ne açlık… Buralarda düzgün bir işin olmadan kiralık ev bulmak mı? Kara gecede, karanlık odadaki kara kilimdeki kara pire…
Büyük oğlumdan sekiz yaş büyük bir şefim var. İlkokuldan sonra eğitimini devam ettirmeden Anadolu’dan İsveç’e gelmiş. “Hoca, o kadar okudun da ne oldu?” cümlesiyle kendini tatmin
ediyor ara ara.
ELBİSELİ SAUNA KEYFİ!
Etler ateşi göre göre pişerken, yağları da, koca ızgaraların ateşini daha da harlar
ken, meydana gelen oku anlatılmaz…
Ben ise, 4 metrekarelik, havasız, penceresiz bir kuytuda, makinenin kara tren misali savurduğu buharında bedava sauna keyfindeyim. Hem de kıyafetle… O terin sırtımdan aşağı inişi yok mu? Hele yıkanan tabakları yerlerine taşırken, serin ortama geçer geçmez, soğuğun bıçak gibi sağ kürek kemiğinin iki parmak altına saplanışı…
Neyse, iftara kaldı 6 saat, sabır.
Tabi her şey tabak ve bardak değildir. Bir de kazanlar, fırın tepsileri gelir… Hepsi neyse de ah şu ızgaralar yok mu? Ömür törpüsüdür.
Akşama kadar kızaran her etten
bir parça yadigâr kalmıştır üzerinde. Oturduğu koltuğa Japon yapıştırıcı ile yapıştırılmış siyasetçiler mi, ızgarada saatlerdir kalan et parçaları mı daha yapışkandır? Üzerine çok şey yazılır da mevzu uzar.
İSVEÇ’TE YAŞAYIP MEKKE’YE GÖRE ORUÇ TUTMAK!
İkindi sonrası, iftara 5 saat kadar ha var ha yok. Müslüman kıyafetli bir adam, kocaman bir selamla girdi lokantanın kapısından. Masaya oturdu ve siparişlerini verdi. Gözü sürekli telefonunda. Yemekler geldikten sonra, beş dakika daha bekledi ve Besmele ile hop koca bir bardak buzlu suyu indiriverdi koca gövdeye. Buzları yutacaktı az kalsın.
Her şeyi gördüm görmesine de Besmeleyle oruç yiyeni ilk defa görüyorum. Olacak iş değil. Hazır ortam sakin ve patronluk taslayan genç ortalıkta yokken, saatimi göstererek sordum.
– Hacı vakit…
– Makka.
– Makka?
– Ya ya Makka.
Telefonunda gösterince anladım. Adam, İsveç’te oturup Mekke’ye göre oruç tutuyordu. Evde Online Cuma kılınması teklifinden daha çılgın. “Ne yersek oruç bozulmaz?”, sorusundan daha fena. Ah biz Müslümanlar, eğitimden ne kadar az nasibimizi almışız.
Ve bugün… Aradan 5 yıl geçmiş. Hakk ne kapılar açtı. İsveç devleti öğretmenlik lisansı verdi. Bütün AB ülkelerinde geçerli. Bir İsveç devlet okulunda kadrolu çalışıyorum. Her şey O’ndan. Ha bu arada “O kadar okudun da ne oldu?” diyen arkadaş hala ızgara- daki etleri çeviriyor ağzında küfürle…
Saat: 22.14 İsveç’te iftar vakti. Allah kabul etsin.