Işık, Kamera, Feminizm!

1983 yılının feminizm rüzgârlarından etkilenmiş iki film; Educating Rita ve Yentl, kadın başrollerin harikalar çıkarttığı, zamanlarının ötesine geçebilmiş çok değerli yapımlar! Educating Rita, bir re-make. Aslında bir tiyatro oyunu olan senaryo, ana fikrini kendisi gibi bir tiyatro oyunundan, 1964 yapımı My Fairy Tale’den alıyor. Konuyu bir yerlerden anımsayacağınızdan eminim! Kısaca bir hatırlatıp geçeyim: Cahil kadınla eğitimli adam tanışır. Adam, kadını eğitmeye karar verir. Sonunda da kadına âşık olur. My Fairy Tale’de kadın da erkek başrol oyuncusuna umutsuzca bağlandığından filmin sonunda kadın hiçbir yere gitmez. Kalır ve erkeğe terliklerini getirmenin peşine düşer. Bu durum, seksenli yıllarda yaşayan kadınların kafasını bir hayli bozmuş olacak ki ortaya Rita’yı Eğitmek adında oldukça feminist bir yapım çıkmış. Çünkü Rita, kendisini eğiten başrol erkek ona âşık olsa da bu adama “terlik getirme” arzusuyla yanıp tutuşmaz. Değerinin farkına varır ve okuma açlığını gidermek için kendini yetiştirmeye karar verir.

Terlik Peşinde

Aslında, My Fairy Tale’in de dayandığı bir başka film vardır: Senaryosunu George Bernard Shaw’ın yazdığı, orijinali tiyatro oyunu olan 1938 yapımı Pygmalion! Oyunu 1913’te sahnelenmiş olan bu efsane de Amerika’nın arzu ettiği “Good Christian Girl” imajına bağlı kalmış; son sahnede kadına erkeğin ev terliklerini aratmıştır.

Biraz daha odaklanırsak bu filmlere kaynaklık eden ana fikrin nereden geldiğini görebiliriz. Pygmalion filminin henüz başlarında çıkan yazıda, Heykeltraş Pygmalion’un mitolojik bir karakter olduğundan bahsedilir. Pygmalion, kafasındaki ideal kadının bir heykelini yonttuktan sonra “tanrıları” Pygmalion’un dileğini yerine getirir ve adını Galatea koyduğu bu heykeli gerçek bir kadına dönüştürürler. G. Bernard Shaw, modern bir yorum getirerek, bu mitolojik hikâyenin yeniden gün ışığına çıkmasını sağlamıştır.

Beyaz Atlı Prens Sendromu

İkinci filmimiz Yentl ise Amerika’nın tanınmış şarkıcı-oyuncularından Barbara Streisand’ın “bol ödüllü”, “bol Yahudili” filmi! Feminist ve aktivist olan ünlü oyuncu, filmin hem senaryosunu yazar bir dostuyla birlikte hem de yönetmen koltuğuna oturur. Bu filmin konusu da oldukça tanıdıktır. Kadın olduğu için okuyamayan bir genç kızın, erkek kılığına girerek Haham okuluna başlamasının hikâyesidir bu.

Genç kız, başrol erkeğimize âşık olur. Seyirci olarak tam da “Karakterimiz beyaz atlı prensini buldu! Artık para kazanmasına gerek yok; rahat rahat evinde oturabilir.” diye rahat bir nefes almışken Barbara geleneksel anlayışımızı feminist bakış açısıyla kırar. Klişenin sonu, bir klasiğe dönüşür. Genç kız, bir kadın olduğunu öğrenen başrol erkeğin evlenme teklifini eğitimine devam etmek gerekçesiyle reddeder ve ikilinin yolları ayrılır.

1983 yapımı iki filmin altını çizdiği gerçekler, ayan beyan ortada. Gel gör ki bugün bile kız çocuklarının eğitimi söz konusu olduğunda hâlâ “Nasıl olsa evlenecek! Nasıl olsa çoluk çocuğa karışacak!” diye durumu hafife alabiliyoruz. Aradan geçen neredeyse bir asırlık süreç, pek çok zihni teğet geçmişe benziyor. Hâlbuki ne zaman kız çocuklarının eğitimine değer veririz; işte o zaman onlar da kendi değerlerini hakkıyla bilir! Beyaz atlı prenslerinin kendilerine verecekleri değerle kıymet kazanmayı beklemezler. İşte o zaman dünyamız kendini seven ve kendine değer veren kadınların omuzlarında hızla yükselir.

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar