Ayette de bu hakikat şöyle buyurulmuştur, “Hakikat şudur ki; gözler kör olmaz, kör olan sinelerin içindeki kalplerdir.” (Hac, 22/46).
Evet, asıl felaket, kalp gözü olan ‘basiretin’ kör olmasıdır. Çünkü insana gerçekleri gösterecek olan odur. O göz burada kör oldu mu, korkulur ki ahirette de kör olur.
GÜNAHA BAKMAKTAN NASIL KORUNURUM?
Birisi, Cüneyd-i Bağdadi’ye: “Gözümü namahreme bakmaktan nasıl koruyabilirim?” diye sordu. Bağdadi şöyle cevap verdi: “Namahreme baktığın zaman, Allah Teâlâ’nın seni, senin o namahremi görmenden daha iyi gördüğünü hatırla ve ona göre hareket et.”
KALP GÖZÜ NASIL KORUNUR?
- Dinimize aykırı anlayış ve yaşayışlardan uzak durmalı ve İslâm’ı, Peygamber Efendimiz (sas) gibi yaşamalıyız.
- Kalplerimizi Kur’an-ı Kerim, zikir, ilim, gözyaşı ve istiğfarla yıkayıp temizlemeli, orayı kirletecek her türlü zararlı unsurlara kapatmalıyız.
- Kalbimizde oluşabilecek muhtemel manevi sıkıntılara karşı,
- Kur’an’a, sünnete sımsıkı sarılmalı ve âlimlerle sohbeti asla kesmemeliyiz.
- Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) yaptığı dualarla korunma talep etmeliyiz.
- “Allah sizin suretlerinize ve cesetlerinize değil, kalplerinize ve amellerinize bakar (kıymet verir).” Nebevî beyanı gereği, kalbi nazargâh-ı ilahi görüp orayı lekeleyecek tavır ve davranışlardan uzak durmalıyız.
- Kalp aynı zamanda, akıl ve hislerin, şeytanların savaş alanıdır. Çok stratejik bir bölgedir ve sağlam korunmalıdır. Yani, ‘dünyaya kapalı Allah’a açık’ olmalıdır.
KAVRAMLAR NE ANLATIYOR?
Adâb
Edep kelimesinin çoğulu olan âdâb; dinin gerekli gördüğü ve aklın güzel bulduğu bütün söz ve davranışları, uyulması gereken görgü kurallarını ifade eder. İyiliğe ve güzelliğe yönelttiği için insanın övgüye değer özelliklerine de edep denilir. Bir fıkıh terimi olarak âdâb; Peygamber Efendimiz’in, devamlı olarak değil de ara sıra yaptığı davranışlar karşılığı olarak da kullanılır. Adâbı yerine getiren sevap kazanır, getirmeyene sorumluluk olmaz.
Amentü
Ehl-i sünnet inancı açısından mü’minlerin iman esaslarını ana hatlarıyla ifade eden bir kavram. Türkçe karşılığı ‘İmân ettim.’ demektir. ‘Amentü’ deyimi ile herkesin inanması gereken îmân esasları şöyle formüle edilir: “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, her şeyin Allah’ın takdiri ile olduğuna iman ettim. Ölümden sonra diriliş gerçektir. Allah’tan başka İlâh olmadığına, Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim.”
Amin
Yüce Allah’ın kabul etmesini temenni niyetiyle dua sonunda “Kabul buyur.” anlamında söylenen sözdür. Bu kelime Kur’ân’da geçmez. Peygamberimiz (sas), duanın sonunda “Amîn”
denilmesini tavsiye buyurur. Namazda Fâtiha Sûresi’nden sonra da “Amîn” demek sünnettir.
NOT DEFTERİ
Fransız fizikçi P. Cuirie, “Endülüs Emevi Devleti’nden bize sadece otuz kitap kaldı ve onlarla atomu parçaladık. Eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı kalmış olsaydı, bugün çoktan uzayda galaksiler arasında seyahat ediyorduk.” demiştir.
Bediüzzaman Said Nursi, Siirt’in Tillo kasabasında iken, Arapça bir lügat olan ‘Kamus-u Okyanus’u ‘sin’ harfine kadar ezberler. Ayrıca doksan cilt kitabı da üç ayda bir ezberden tekrar ederdi.
Hz. Ebubekir ve Talha bin Ubeydullah, aynı kabiledendi.
Kabileleri, onların Müslüman olduğuna çok kızmıştı, hatta onlara işkence yapmışlardı. Bu sebeple bu iki güzel insana ‘El Karineyn’ (iki dost) denmiştir. Hz. Talha, bu lakabı şeref kabul etmiş ve onunla anılmayı istemiştir.
İZ BIRAKANLAR
Fatih’in davetiyle İstanbul’a gelen büyük astronomi bilgini: Ali Kuşçu
15.yüzyılda yaşamış önemli bir astronomi ve matematik bilgini olan Ali Kuşçu, Semerkand’da dünyaya gelir. Burada dönemin önemli bilim adamlarından matematik ve astronomi dersleri alır.
Daha sonra Semerkand’dan ayrılan Kuşçu, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın yanına gider ve Uzun Hasan onu, Osmanlılar ile Akkoyunlular arasında barışı sağlamak amacıyla Fatih Sultan Mehmet’e elçi olarak gönderir.
FATİH, İSTANBUL’A DAVET EDER
Diğer taraftan, bir kültür ve medeniyet merkezi oluşturmanın şartlarından birinin de bilim adamlarını bir araya toplamak olduğunu bilen Fatih ise, Ali Kuşçu’nun İstanbul’da kalmasını ve medresede ders vermesini teklif eder. Kuşçu, bunun üzerine, Tebriz’e dönerek elçilik görevini tamamlar ve tekrar İstanbul’a döner. İstanbul’a dönüşünde, kendisine özel karşılama töreni yapılır.
MATEMATİK DERSLERİ BÜYÜK İLGİ GÖRÜR
Ayasofya’ya hoca olarak tayin edilen Ali Kuşçu, burada Fatih Külliyesi’nin programlarını hazırlar, astronomi ve matematik dersleri verir. Ayrıca İstanbul’un enlem ve boylamını ölçer ve çeşitli güneş saatleri yapar. Kuşçu’nun verdiği matematik dersleri olağanüstü rağbet görür ve önemli bilim adamları tarafından da takip edilir.
Onun, astronomi ve matematik alanında yazmış olduğu iki önemli eseri vardır. Bunlardan birisi, ‘Fethiye’ isimli astronomi kitabıdır. Üç bölümden oluşan eserin birinci bölümünde gezegenlerin küreleri ele alınır ve gezegenlerin hareketlerinden bahsedilir. İkinci bölümü yeryüzünün şekli üzerine olan kitabın son bölümünde ise yeryüzüne ilişkin ölçüler ve gezegenlerin uzaklıkları hakkında bilgi verilir. Döneminde hayli etkin olmuş olan Fethiye, küçük bir el kitabı niteliğindedir. Yeni bulgular ortaya koymaktan çok, medreselerde astronomi öğretimi için yazılmıştır. Ali Kuşçu’nun diğer önemli eseri ise Fatih Sultan Mehmet’e atfen ‘Muhammediye’ adını verdiği matematik kitabıdır.
KUR’AN KONUŞUYOR
Bakmaz mısınız?
Yarın için ne kazandığınıza
“Ey inananlar! Allah’tan sakının; herkes yarına ne hazırladığına baksın; Allah’tan sakının, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır.” (Haşr, 59/18)
Ölüme
“Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah’ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur’an’dan sonra hangi söze inanacaklar?” (Araf, 7/185)
Yaratılan her şeye
“Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah’ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur’an’dan sonra hangi söze inanacaklar?” (Araf, 7/185)
Yediğinize
“Öyle ya insan yiyeceğine bir baksın.” (Abese, 80/24)
Neden yaratıldığınıza
“Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın.” (Tarık, 86/5)
Eski kavimlerin akıbetine
“Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce geçmiş kimselerin sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Ki onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler, yeryüzünü kazıp altüst ederek onlardan çok imar etmiş kimseydiler ve onlara delillerle peygamberler gelmişti. Böylece Allah onlara zulmetmiyor, onlar kendilerine zulmediyorlardı.” (Rum, 30/9)
KISSACA
Allah’a nasıl kul olunur?
İbrahim bin Edhem, hizmetine yeni giren kölesine sorar:
-İsmin nedir?
Köle cevap verir:
-Ne diye çağırırsanız odur efendim.
-Peki, ne yersin?
– Ne yedirirseniz onu yerim efendim.
– Ne iş yaparsın?
– Ne emrederseniz onu yaparım.
– Neyi arzu edersin?
– Kölenin hiç arzusu olur mu efendim? Onun arzu ile ne işi var?