Tahtını Terk Eden Sultan

Tasavvufta züht ehlinin dört şeyi terki şarttır: Terkidünya, terkiukba, terkihesti, terkiterk. İbrâhim b. Edhem elbette bu basamakların hepsini geçip yüce makamlara ulaşmıştır; ama destanlara konu olan menkıbevi hayatıyla terk-i dünyanın sembolüdür.

İbrâhim bin Edhem, Allah yolunda malını, mülkünü, tahtını bırakan bir âlim ve bilge. Hazret, Horasan’da, Mevlâna’nın da doğum yeri olan Belh şehrinde yaşamaktaydı. Bir rivayete göre Hızır Aleyhisselam ile karşılaştığı gece, vezirine “Ben bu sultanlık oyununu bırakıyorum. Hükümdar sensin, adaletle hükmet. Allah’a vereceğin hesabı unutma.” diyerek dervişlik kıyafetine büründü, saraydan da Belh’ten de ayrıldı.

Züht yoluna girişiyle ilgili rivayetler çeşitlidir. Bir rivayete göre gençlik çağında avlanırken “Sen bunun için mi yaratıldın, bununla mı emrolundun?” diye sesler duydu. Aynı sesi üçüncü kez duyunca, dervişlik hırkasını giyip yurdunu yuvasını bir daha dönmemecesine terk etti.

Vurulmaya Yazgılıyız

Hazreti Mevlâna’nın da naklettiği çok meşhur bir başka menkıbe ise şöyledir: “İbrâhim b. Edhem bir gece sarayında uyurken çatıdan gelen tıkırtılarla uyanır. Merakla yatağından kalkar ve çatıya çıkar. Sesin geldiği yere varınca o zamana kadar hiç görmediği bir grup insanla karşılaşır. Hayret eder, hiç olacak şey midir bu? Sanki bir şeylerini kaybetmişler de onu arıyorlarmış gibi bir hâlleri vardır adamların. Sultan İbrâhim şaşkınlık ve kızgınlıkla: ‘Ne arıyorsunuz burada, damın başında?’ diye sorar. Adamlardan biri döner ve zamanın Belh Sultanına şöyle cevap verir: ‘Kaybettiğimiz devemizi arıyoruz.’ Hareketleri gibi gerekçeleri de ipe sapa gelecek şey değildir. ‘Olacak şey mi? Bu damın başında deve ne gezer?’ diye sorar İbrâhim b. Edhem. Ama bu sefer alacağı cevap gafil kafaya tokmak denecek cinstendir. ‘Ya sana ne demeli?’ der içlerinden biri, ‘Tahtının üzerinde, bu kadar şatafat içinde Allah’ı bulmayı mı ümit ediyorsun? Kendi hâline şaşırmıyorsun da bizimkine mi şaşırıyorsun?’ Bu cevap karşısında kalbinden vurulmuşa döner İbrâhim b. Edhem, olduğu yere yığılır kalır.”

Evet, o gün bir sultandı; ama hep manevi huzur aramakta, gaip ilimlerini öğrenmeyi arzulamaktaydı. İşte böyle bir sarsılış; kalbindeki yüklerden, gözündeki perdelerden kurtulmasını sağladı.

Gönüller Sultanı

İbrâhim b. Edhem, bugünkü Afganistan sınırlarında başlayan uzun yolculuğu boyunca Hicaz bölgesini, Irak, Suriye ve çevresini, Anadolu’yu gezer. Önce bir grup dervişle birlikte Mekke’ye revan olurlar, yolda onlardan ayrılıp yalnız devam eder yolculuğuna. Yer yer başka Hak erleriyle ve Hızır Aleyhisselam ile de yol arkadaşlığı yaptığı olur. Mekke, Medine, Kudüs, Humus, Beyrut, Basra, Kûfe, İskenderiye, Trablus, Antakya, Tarsus, Maraş gibi birçok şehirde bulunur. Bostan bekçiliğinden ırgatlığa, ondan değirmenciliğe zahiren basit işlerde çalışır; elinin emeği, alnının teriyle geçinmeye çalışır. En uzun ikamet ettiği şehir Şam’dır. Zahir ilimlerini Ebû Hanife’den öğrenmiş, Süfyan-ı Servî, Fudayl bin Iyaz gibi zamanının manevi büyükleriyle de tanışıp dost olmuştur.

İbrâhim bin Edhem sultanlığı bırakıp yıllarca dağ taş demeden “Allah!” der gezer. Rivayet odur ki bir gün deniz veya ırmak kenarında yırtık elbiseler içinde elinde iğne hırkasını tamir etmektedir. Yakından geçen kervandakiler onu tanıyıp hâline acırlar. Kendi aralarında, “Saltanatı terk etmekle eline ne geçti sanki?” diye konuşurlar. Bunu işiten İbrâhim bin Edhem elindeki iğneyi suya atar ve “Ey deniz, iğnemi geri ver!” der. Onlarca balık ağızlarında altın iğnelerle başlarını uzatır. “Bunlar benim iğnem değil.” deyice cılız bir balık onun sıradan iğnesiyle çıkar sudan. Kervandakiler bunu görünce İbrâhim bin Edhem’in çok daha büyük bir saltanata eriştiğini anlarlar.

Ne Anlamalıyız?

Hazreti Mevlâna’ya göre İbrâhim b. Edhem’den alınacak ders şudur: İnsan bu dünyaya ve dünya sevgisine kalbini açmamalı, kalbinde sadece Hakk’a yer vermeli. Gerçek mutluluk fani olan dünyayı ve dünyanın fani zenginliğini terk etmektedir.

“Peki, dünyayı terk etmek, yani “târik-i dünya” olmak gerçekte nedir?” diye soracak olursak yine Mevlâna bize şunu söyleyecektir. “Deniz suyu geminin içine girerse batar gider gemi; gemi sağlamsa, su gemiyi yüzdürür.” Dünyayı terk etmek, dünyayı kalbine koymamak demektir aslında. “Ne varlığa sevinirim / Ne yokluğa yerinirim…” diyebilen bir derviş gerçek anlamda terk-i dünya mertebesine ulaşmış demektir.

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar