Hasan Çağlayan
Kandil geceleri geliyor. Peş peşe geliyor. Kandil geceleri nasıl da nurlu, nasıl da aydınlık. Oruçlu bir günün tadı nasıl da pırıl pırıl! Akşamı nasıl da cennetsi. Bilenler biliyor; her iftar, “iki sevinçten” birincisi. Geçen yıl tattım ben.
Kur’an’a başladık. Bir hazırlık olsun istedik şimdiden ramazana. Kalbimizde, ruhumuzda bir huzur, bir şenlik. Üç aylar geliyor, üç aylar! “Şühûr-ı selâse” diyor, babam. Dedelerden öyle gelmiş adı. Ben tadını seviyorum onun. Annemi tatlı bir telaş sardı. “Şimdiden hazır olmak gerekir kızım.” diyor.
Kandil gecelerinde “mahyalar” asılırmış minarelere. Ben biliyorum minare nasıl bir şey. Mahyaları görmedim henüz; ışıklı mı, renkli mi onlar? “Lafza-i Celâl asılır.” diyor annem. “Yıldız gibi par par yanar mübarek. Üstelik her mahya ile nice güzel vecize parlar!”
İnanç söz konusu olunca, babam ve annem bir başka dil konuşur. Zorlanırım; ama anlarım sonuçta. Bu dil Kur’an dili midir yoksa ramazan dili mi? Ayların ismi bile değişir. Anlarım; anlarım ama bu nasıl bir iştir? Üç aylar nasıl ve nereden gelir? Bir bilsem.
Seccade aldık bu hafta. Bir tespih, bir çember, pembe bir Kur’an. “Gül suyu ve hurma da olsun.” dedi babam. Annem “Cevşen-i Kebîr” deyip duruyor, bir şeker, bir meyve anar gibi. Bir elmas pırıltısı yansırmış ondan; biliyorum Cevşen-i Kebîr’i. Babam her gün okur telefondan.
Tatlılar yaparız artık annemle birlikte. Ablalar, abiler gelirler evimize. Hele komşular, komşularımız, bayılırlar tatlı görünce. Ben de bayılırım. Tatlılar enfes bir şey. Ama illa aşure, illa aşure. “Nuh pudingi” diyerek sunuyoruz çevre evlere. Herkesin gözünde bir ışıltı oluyor. Tatlı bir tebessüm konuyor yüzlere.
Üç aylar geliyor. Oruçlar, iftarlar, dualar geliyor. İçimize farklı bir sevinç doluyor. Kur’an’ın ahengi sarıyor kalpleri. Mübarek ezan çın çın çınlıyor. Kandiller ışıl ışıl yanıyor. Üç aylar nereden gelir bir bilsem.