Gençler Soruyor
Merhaba Haydi Bakalım! Müsaadenle, cevabın daha anlaşılır olması için soruda kullandığın kavramlar üzerinden yürümek istiyorum. Odaklanacağım ilk husus, sınırlılık/sınırsızlık meselesi. Öncelikle, bir eylemin “gerçekleşme süresi” ile “sonucu” arasında her zaman bir uyum, denge ya da ilişki bulunması gerektiğini düşünmüyorum. Tabanca ile işlenen bir cinayeti ele alalım. Tetiğin düşmesiyle maktulün can vermesi arasındaki süre, belki birkaç saniyedir. Ancak bu fiile karşılık verilecek ceza, hukuk sistemlerine göre değişmekle birlikte, ömür boyu hapisten idama kadar uzanabilir. Aynı durum uyuşturucu bağımlılığında da geçerli. Bağımlılık yapıcı maddenin, ilk defasında, damara enjekte edilmesi birkaç saniye sürebilir; ancak bu tutsaklıktan bir ömür kurtulamayanların sayısı hiç de az değil. Örnekleri çoğaltmak mümkün; ancak toparlayacak olursam işlenen fiil ile neticesi arasında süre açısından doğru bir orantı bulunması gerekliliğinin, hayatın realitesine uygun olmadığını söyleyebilirim.
Değer Yargılarımız
Gelelim ikinci konuya. Herhangi bir şeye “bizim biçtiğimiz değer” ile
“Allah Teala’nın verdiği kıymet” arasında da bir doğru orantı olmak zorunda değildir. Bizim değersiz gördüklerimizin Allah katında çok kıymetli olması pekâlâ mümkündür. Elbette tersinin de. Bu bağlamda Peygamber Efendimizin şu hadisine göz atabiliriz: “Kul (bazen), Allah’ın rızasına uygun olan bir kelamı, önem vermeksizin sarf eder de Allah o kelam sebebiyle kulun cennetteki derecesini yükseltir. Yine kul (bazen) Allah’ın hoşnutsuzluğuna sebep olan bir kelimeyi önem vermeksizin sarf eder de Allah, o sebeple onu cehennemde yetmiş yıllık aşağıya atar.” (Buhari, Rikak 23; Müslim, Zühd, 49) Buradan anlıyoruz ki önemli olan bizim kişisel değer yargılarımız değil, Allah’ın herhangi bir şeye/fiile verdiği kıymet ve değer ölçüleridir.
Sonsuz ve Sonsuzluk
Üçüncü olarak, sonsuz/sonsuzluk kavramlarına değinmek istiyorum. Sonsuz kavramı matematikte bir sayıyı ifade etmez. Buna karşılık, günlük hayatta “sonsuza kadar”, “sonsuz sayıda” gibi kullanımların, sayı cinsinden anlamlar taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bununla birlikte, ahirette de zamanın tıpkı dünyadaki gibi akacağını ya da bizim onu öyle algılayacağımızı iddia edemeyiz. Çünkü cennet ve cehennem, yaşadığımız evrendeki atomlar, moleküller cinsinden düşünülmemesi gereken mekânlar/kavramlardır. Cennet ve cehennemde madde yoktur diyemeyiz elbette; ancak o âleme özgü madde cinsinin, bu evrendekiyle aynı nitelikte olacağını da ileri süremeyiz. Bu dünyada üç boyutlu olan yaşantımız, belki ahirette beş boyutlu olacaktır. Dünyada düz bir çizgide ilerlediğini düşündüğümüz zaman, belki ahirette bir yüzey veya hacim gibi hissedilebilecektir. Bu durumda Kur’an’da cennet ve cehennemdeki zaman için kullanılan “huld” ve “ebed” kelimelerini, bizim ölçebildiğimiz zaman ve bizim bildiğimiz sınırlılıklar açısından ele almak çok tutarlı olmayacaktır. Zira ahirete dair bir şeyin mahiyetini tam olarak bilmemiz ve onu hakkıyla anlamamız bu dünyada mümkün değildir.
Suç Varsa Ceza da var.
Şimdi de ceza/cezalandırma kavramlarına bakalım. Allah Teala’nın çetin azabı söz konusu olduğunda, zihnimize, zât-ı ulûhiyyet hakkında olumsuz imajlar üşüşebilmektedir. Allah’ın iradesinin, bir kulunu cezalandırmak şeklinde tecelli etmesi, imanı zayıf insanlar için rahatsız edici olabilir. Bu bakımdan fiiller ile neticeleri arasındaki bağlantının doğru anlaşılması fevkalade önemlidir.
İki ayrı çiftçiye, aynı kalitede iki zeytin fidanı verildiğini, üreticilerden birinin gerekli bütün bakımları yaptığını, fidanının meyveye durduğunu; diğerininse hiçbir şey yapmayıp fidanı çürüttüğünü var sayalım. Bu durumda ikinci tarım emekçisinin başına gelen bir yönüyle ona verilmiş bir ceza olarak görülebilir; fakat tecrübe ettiği, belirli bir eylemin/eylemsizliğin doğal sonucudur. Benzer şekilde insanların tercihlerinin cennet ve cehennem gibi iki zıt sonuca gebe olması, insan fiillerinin tabii neticeleri olması dolayısıyladır. Bu nedenle Kur’an’daki cehennem veya azapla ilgili ayetleri çocuğunu sigara içerken gören ve “Bir daha görürsem bacaklarını kırarım.” diyen kızgın bir babanın ifadeleri gibi değil, “Sigara içmeye devam edersen sağlığını kaybedebilirsin.” diyen şefkatli bir ağabeyin ikazları gibi algılamak, konuyu daha doğru anlamamızı kolaylaştıracaktır
Kim Cennete, Kim Cehenneme Gidecek?
Son olarak, günümüzde isimlerle hâllerin, etiketlerle içeriklerin birbirine karıştığını söylememe izin ver lütfen. Ambalajında meyve suyu yazan kutudan çamaşır suyu, etiketinde zehir yazan şişeden süt çıkması misali, kimliğinde “Müslüman” yazdığı hâlde kötülüğün her türlüsüne bulaşan insanlar da vardır. Diğer taraftan kendisini Hristiyan, ateist, agnostik veya deist olarak tanımladığı hâlde iç dünyası, davranışları, muhataplarıyla ilişkileri açısından saygıdeğer insanlar da az değildir. Böylesi durumlarda, bazı kimseler Müslümanım diyenin cennete, ötekilerin cehenneme gidebilme ihtimalini düşünüp; içten içe rahatsız olabilmektedir. Söz konusu insanların neyi nasıl hak ettikleri, hangi imtihanları hangi yoğunlukta yaşadıkları, ne tür bir psikolojiyle hangi zorluklarla savaştıkları ve kendi iradeleriyle ortaya ne koydukları gibi değişkenleri hesaplayabilmemiz mümkün değildir. Kaldı ki kimin cennete kimin cehenneme layık olduğuna cenabıhak karar verecektir. Bu konuda Allah’ın zalimlere karşı adaletine, iyilere ve gayret gösterenlere karşı da merhametine ve cömertliğine güvenmeliyiz. Çünkü Allah, en küçük bir hayrı zayi etmeyeceği gibi en küçük bir kötülüğü de karşılıksız bırakmayacaktır.