Elif Budak
Karagöz ve Hacivat ile nam salan gölge oyunu, kukla oynatıcısının, sanatında sureten var olmak yerine gölgede kalmayı tercih edişi sebebiyle bu ismi hak eder. Çünkü özellikle sanatçılar için fıtri kabul edilen görünme isteği, onun için yerini çoktan Hacivat ve Karagöz’ün ağzından dökülüveren sözlerle anlaşılma gayretine terk etmiştir. Ama aslında namıdiğer hayalbaz, kendi çubuğunun da bir başka zatın elinde olduğunun ve ağzından çıkan o özlü sözlerin ona söylettirildiğinin farkındadır. Yani o da bu dünyada “yaratıcısı”nın sıfatlarını göstermek ve mesajlarını iletmek üzere perdeye yansıyan gölgelerden ibarettir.
Derviş Zaim’in geleneksel sanatlar üçlemesinin son ayağını oluşturan “Gölgeler ve Suretler” filminde görünen ana tema Kıbrıs meselesi olsa da perdeye asıl yansıyan bu gölge suret ikilemi daha ziyade. Kıbrıs Harekâtı döneminde boşaltılan bir Türk köyünde bir Karagöz oynatıcısı olan Salih’in kızına özel sahnelediği hayalî oyunla başlayan film, insanların birbirine kurduğu gerçek siyaset ve savaş oyunlarıyla devam ediyor. Farklı kültürlerle bir arada yaşanamayacağını iddia eden aklıevvellerin kurduğu düzen yüzünden koskoca milletler kukla kadar değer görüp zorla tarih perdesinden indirilmeye çalışılıyor.
Kuklalar, Duygular…
2004 yılında Danimarkalı yönetmen Anders Ronnow Klarlund’un sadece kuklaları kullanarak çektiği ilk uzun metraj filmi “İpler” (Strings) de bir anlamda hem Zaim’in filminin hem de gölge oyununun felsefesini tamamlıyor. Filmin insansız bir şekilde sadece kuklalarla çekilmesi bile başlı başına takdiri hak ediyor. Zira ağızları bile oynamayan tahtadan kuklalarla insana dair pek çok duygu ve ikilem beyaz perdeye başarılı bir biçimde yansıyor. Aslına bakarsanız hikâye zaman, mekân ve öznesi değişmekle birlikte oldukça klişe bir taht kavgasından ibaret. Hebalon Kralı intihar eder. Çünkü bir an evvel oğlu Hal Tara’nın devletin başına geçmesini ve onun babasının düşmanları Zeritlere karşı takındığı yanlış tutumu düzeltmesini ister. Ama kötü amca, kardeşinin ölümünden Zeritler sorumluymuş gibi gösterir. Amacı ise savaş çıkarıp yeğenini öldürdükten sonra tahta geçmektir.
İpler yayınlandığı dönemde İsrail Filistin meselesini anlattığına dair yorumlar da yapılır; ama filmin asıl kayda değer yanı, devletlerin asırlardır değişmeyen hikâyesinde değil ana mantıkta saklıdır. Neredeyse bütün uzuvları gökten yani cennetten gelen iplerle yönlendirilen kuklalar, insanın ilahi güçle arasındaki görünmeyen bağlara işaret ediyor. Elini kolunu oynatacağından emin bir edaya sahip olsa da Yaratıcısı izin vermediği müddetçe kılını bile kıpırdatamayacağını unutan insanı, yönetmen her sahnede onlarca ipe muhatap kılıyor. Cennetten dünyaya gönderilen âdemoğlunun İlahi Huzur’dan görünüşte ayrılırken hakikatte o manevi alemden kopmadığına işaret ediyor.
Senin Bittiğin Yerde Ben Başlarım
Film bu “irtibatı koparmayalım” mesajının yanında insana dünyada en başından beri yalnız olmadığını da Hazreti Adem ve Hazreti Havva arasındaki sevgiye gönderme yaparak hatırlatıyor. Hal Tara’nın sevdiği kızın aşkı tarif ettiği sahne bunu çok güzel betimliyor. Kız, Hal’a “Hepimiz birbirimize bağlıyız ve birbirimizi kontrol edebiliriz. Senin bittiğin yerde ben başlarım, benim bittiğim yerde sen!” diyerek insanoğlunun salt özgürlükten ibaret bir varlık olmaktan ziyade çevresine bağımlılığını ifade ediyor. Ama sevgi ile bağlanmayan insan filmde de geçtiği üzere nefretle düğümlenebiliyor. O yüzden birbirimizin hareketlerini etkileyip yönlendirirken buna özellikle dikkat etmemiz gerekiyor.
Cenabıhak, insana cüzi bir irade verip onu bir kukladan ibaret saymazken bizim karşımızdaki kişilere hareket etme yetileri yokmuş gibi davranmamız, abesle iştigal oluyor. Karşımızdakini yönlendirmemiz için kuklaların ölürken akıl iplerini kesmesi gibi bizim de nefis iplerimizi kesmemiz lazım her şeyden önce. Keselim ki “Gölgeler ve Suretler” filminde Çoban Dimitri’nin dediği gibi, sorunlar geçtikten sonra birbirimize bakacak yüzümüz olsun. Aksi takdirde Hacivat ve Karagöz gibi ayrı telden konuşmaya ve birbirimizi anlamamaya devam eder gideriz.