Hâtıb b. Ebû Beltea

Cahiliye devrinde ata iyi binmesi ve güzel şiir söylemesiyle tanınan ve ilk Müslümanlardan olan Hâtıb, Habeşistan'a hicret etmeyip Mekke'de kalmış; Peygamberimizden izin aldıktan sonra Zübeyr b. Avvâm ile Medine'ye hicret etmiştir.

Durdu Ozan

Hayatımda atın yeri çok büyüktür. İyi bir biniciydim. Hitabetim de iyiydi. Şiir söylemeyi severdim, söylediklerim de sevilirdi. İlk Müslümanlardan biri olarak tarihe geçerken, şairliğim ve biniciliğim de o sayfalara eklendi. Müslüman olmuştuk, ama ciddi zorluklarla karşı karşıya kalmıştık. Olağanüstü bir baskı vardı üzerimizde; işkence vardı. Hayatımızdan, çoluk çocuğumuzun güvenliğinden endişe ediyorduk. Arkadaşım Ebû Bekir’in de dediği gibi, sabah evden çıkarken eve döneceğimizden emin olamazdık. Her an her şey olabilirdi. Sonunda Peygamberimiz Habeşistan’a hicrete izin verdi; arkadaşlarım grup grup gittiler. Ben kalmayı tercih edenlerdendim. Her şeye rağmen gitmedim; ne olacaksa Mekke’de olsundu. Resulullah, Ebû Bekir ve niceleri hâlâ Mekke’deydiler. Zordu, ama zaten zora talip olmamış mıydık?

Zor günler

Gün geldi, Medine’ye hicret için izin verildi. Yeni yurt Medine olacaktı. Hicret yolculuğumuz meşakkatliydi; ama kazanacaklarımızın yanında küçücük kalan bir meşakkat, elbette. Hicretten kısa bir süre sonra Bedir oldu. Katılmakla şereflendik. Sonra Uhud, o çetin gün. Ben okçulardan biriydim tepede. Sadağımızda ok bitti, kılıcımız ve mızrağımız iş görmez oldu. Aşağıda işin seyri değişince bir anda kendimi meydanda buldum. “Resulullah öldürüldü!” sesleri geliyordu. Müşrikler mağrur ve sevinçli, Müslümanlar üzgün ve çaresizdi. Aradım her bir yanı ve nihayet Peygamber Efendimizi buldum. Yaralanmış ve mübarek dişleri kırılmıştı. “Kim yaptı bunu size?” diye sordum. “Utbe b. Ebû Vakkas!” dedi. 

Bütün anılarım bu kadar acı değil elbette. O kadar tatlı hatıralarım da var ki. Beni Mustalik Gazvesi’nde kuyu kazıp, kardeşlerimin susuzluğunu gidermemi istemişti benden Peygamberimiz. Hudeybiye günü, Rıdvan ağacının altında mübarek ellerinden tutup yeminimizi tazelemiştik. Dün gibi aklımda hepsi. Hepimiz Kâbe’yi hasretle kucaklamayı beklerken, bir anda kurbanlıklarımızla öylece kalakaldık. Kâbe’ye yaklaşamadık bile! Bizi yerimizden yurdumuzdan eden cehalet ehli, bu sefer de girip ziyaret etmemize izin vermemişti. 

Dağ gibi dikildiler karşımıza. Ne tatlı dilimiz kâr etti, ne halis niyetlerimiz. Koymadılar bizi. Kalplerimiz mahzundu. Umutsuzduk. Kırgındık. Sinirliydik.  Ne yapacağımızı bilemiyorduk. Efendimize haberler geliyordu. Efendimizden haberler gidiyordu. Bir ara, Peygamberimizin elçi olarak gönderdiği Hz. Osman’ın şehit edildiği haberi geldi. Tepeden tırnağa hüzün kesildik. Bunun üzerine Peygamberimiz hepimizi topladı. Yeniden niyet ve iman tazeledik. Bir kere daha söz verdik. Adına, Rıdvan Biatı denildi.

Mısır’a yolculuk

Her yere elçilerin salındığı günlerde, elçilerden biri de bendim. Efendimiz beni Mısır Mukavkısı Cüreyc’e gönderdi. Akıllı bir adamdı; ama tereddütleri ve soruları vardı. “Muhammed gerçekten Allah’ın elçisi ise niçin dua edip düşmanlarının ortadan kaldırılmasını istemiyor?” diye sordu. Ben, “Tanrılık iddia etmesine rağmen Firavun bile hemen helak edilmedi. Hz. İsa kendi memleketinde ezâ görmesine rağmen kavmine beddua etmedi ve nihayet Allah onu kendi katına aldı.” dedim. Verdiğim cevaplar Cüreyc’i tatmin etmişti. Bana, “Hikmetli bir zatın hikmetli bir elçisisin.” diye iltifat ettikten sonra beni, efendimize verilmek üzere hazırlattığı hediyelerle yolcu etti.

Büyük imtihan

Sefer için ciddi bir hazırlık vardı. Haber gitmesin diye kuş uçurulmuyordu Medine’den. Ben, Mekke’deki ailem ve akrabalarım için endişeliydim. Belki Mekke büyüklerine haber edersem ailemi korurlar diye düşündüm. O sırada Medine’de bulunan Ebu Cehil’in cariyesi ile bir mektup gönderdim. Allah’ın bildirmesiyle Efendimizin yazdığım mektuptan haberi oldu. Huzura çağrıldım. Utanç içindeydim; ama beni anlayacağından emindim. Hz. Ömer, münafık olduğuma ve cezalandırılmam gerektiğine inanıyordu. Resulullah savunmamı dinledi. Bana inandı. Bedir ashabından olduğumu dile getirip beni bağışladı. Allah’ın “Ey Bedir ehli! Bundan böyle ne işlerseniz işleyin, ben sizleri bağışlayacağım.” dediğini hatırlattı. Bu olay, “Ey iman edenler! Benim de sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin” (Mümtehine suresi, 60/1) meâlindeki âyetin inmesine vesile oldu. Ayrıca, bir kölemin beni Peygamberimize şikâyet etmesi üzerine o, Bedir ve Hudeybiye’de bulunan hiç kimsenin cehenneme girmeyeceğini belirtti. Bu da Rabbimizin benim imanıma şehadeti olarak yorumlandı. Benim gibi aciz bir kul, daha ne ister?

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar