Dökülen Yapraklar,Akıp Giden, Kum Taneleri…

Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerine yazdığı ve onlardan aldığı mektuplar “lâhikalar” adıyla derlenmiştir. Bu kitaplardan biri de Kastamonu Lâhikası’dır. Bir gün bir dost meclisinde Kastamonu Lâhikası’ndan bir mektup okunuyordu. “Ayrılık günlerinin dakikalarının âşireleri sayısınca selam, rahmet ve bereket…” dileyen uzun bir selamla başlayan mektuplardan biri. Kitabı okuyan kişi, “Âşire ne demek?” diye sordu. Sanırım dinleyenlerden çoğu benim gibi saliseden biraz küçük bir zaman ölçüsü sanıyordu “âşire”yi. O gün “âşire”nin ne olduğunu öğrendik.

Dakikayı altmışa bölüyorsun saniye oluyor. Dakikanın sözlük anlamı ince, saniyeninki ise ikinci demek. Buna göre ikinci dereceden, daha ince bir zaman dilimi bu. Sonra bu ince dilimi üçüncü defa altmışa bölerek saliseye, dördüncü defa altmışa bölerek rabiaya ulaşıyorsun. İşte zamanın bu dilimlerini, saatten sonra her seferinde altmışa bölerek ulaşılan onuncu aşamada âşireyi buluyoruz. Zamanı bu kadar ince dilimlere bölmek hayatı bereketlendirmek için olmalı.
Aslında âşire konusu Otuz Birinci Söz’de de yer alıyor. Miraç konusunu anlatırken birkaç dakikalık bir zaman diliminde binler senelik mesafe aşmanın imkânsız olduğunu söyleyen itirazcıya, “Sâni’-i Zülcelal’in sanatında harekât (hareketler), nihayet derecede muhteliftir.” diyor Bediüzzaman. Sonra sesin hızıyla, ışığın, elektriğin, ruhun, hayalin hızlarının ne kadar farklı olduğunu anlatıyor. Rüyadaki zamandan bahsediyor. Ardından on ibresi olan bir saat örneğiyle açıklıyor meseleyi. Birinci ibre saati, ikincisi dakikayı, üçüncüsü saniyeyi ve en sonuncu ibresi âşireyi gösteren bir saat. Aynı süre içinde her ibre farklı bir hareket sergilediği hâlde hepsi doğru söylemiyor mu?

Zamanın izafiliği üzerine düşününce zamanımın bereketsizliğinden öncelikle kendimi mesul tutmam gerektiğini bir kere daha anlıyorum. Her insanın hayatında örnekteki saatin ayrı bir ibresi işliyor aslında. Her insanın sınavında kendi ömür kronometresi çalışıyor. Zaman geçip gidiyor. Zamanla beraber ben nereye gidiyorum, önemli olan bu.

Bir de zamanın bereketsizliği, işlere bir türlü yetişememek, yeterli ve doğru planlama yapamamaktan mı kaynaklanıyor acaba? Sabah öğlen akşam, yemek saatiyle bölünmüş bir gün. Ya da geç yatıp geç kalkılan, ilk saatleri yatakta geçen bir gün. Bir yandan da durmadan çalışan kronometre. Ömür geçip gidiyor, dakikalar tiktak ederken. Ömür ağacının yaprakları, günler. Dakikalar uçuyor, sonra saatler, günler… “Günler gelip geçmektedir / Kuşlar gibi uçmaktadır” demiş Aziz Mahmut Hüdayi.

Ömür kronometresi de bir kum saatine benziyor. Bir kum saati ama cam fanusun sadece incelen yeri ve alt haznede biriken kum görünüyor. Yukarıda ne kaldı göremiyoruz. Belki bir avuç kum var daha, belki son zerre düştü düşüyor. Alt haznede biriken tanelere müdahale etmemiz imkânsız. Orası mazi haznesi, üst hazne gelecek, orayı etkilemek bir yana görmek de mümkün değil. O ince nokta, kum saatinin inceldiği yer şimdiki zaman. İşte orada az da olsa tasarruf hakkımız var. Kumun nasıl aktığı, hızlı mı akacağı yavaş mı akacağı bizim hâl ve tavırlarımızla ilgili. Belki çok dilimleyerek zamanı bereketlendirmek elimizde. Ya da en doğrusu bu geçici anları, akıp giden kum tanelerini bir şekilde sonsuzla irtibatlandırmaya çalışmak. Ne de olsa sonsuzla bağlanan sonsuz olur.

Bir Söz Bir İzah

”Bir ân-ı seyyâle vücûd-u enver, binlerce sene vücûd-u ebtere müreccahtır.” İmam-ı Rabbanî / Mektubat

“Madem Cenâb-ı Hak var; herşey var. Madem Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücuda intisap var; herşey için bütün eşya var. Çünkü, Vâcibü’l-Vücuda nisbetle herbir mevcut, bütün mevcudata, vahdet sırrıyla bir irtibat peydâ eder. Demek, Vâcibü’l-Vücuda intisabını bilen veya intisabı bilinen her bir mevcut, sırr-ı vahdetle, Vâcibü’l-Vücuda mensup bütün mevcudatla münasebettar olur. Demek herbir şey, o intisap noktasında hadsiz envâr-ı vücuda mazhar olabilir. Firaklar, zevâller, o noktada yoktur. Bir ân-ı seyyâle yaşamak, hadsiz envâr-ı vücuda medardır.” Said Nursî / Mektubat

Not Defteri

Bir Şiir

Hakk’ı koyup bâtıla
Meyl ü muhabbet neden?
Tâbi-i şeytân olup
Fitne vü şirret neden?

Râh-ı salâha gidüp
Sulh u sülûk ehli ol
Nefse uyup herkese
Hiddet ü şiddet neden?

Devlet-i dünyâ-yı dûn
Bir kuru sivâ iken
Kaniye mağrûr olup
Ziynet ü şöhret neden?

Mülk-i Süleymân ile
Taht-ı Skender kanı?
Bildin ise bunları
Fânîye rağbet neden?

Aç gözünü imdi gel
Nûr-i basîretle bak
Meslek-i hayrı koyup
Şerre azîmet neden?

Sünnet-i Fahr-ı rusûl
Oldu çü hayır sebihi
Mesleki tahvîl edip
Âdet ü bid’at neden?

Aklını der başına
Dinle Hüdâyî’yi gel
Hakk sözü gûş ede-gör
Böyle sefâhat neden?

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar