Durdu Ozan
ir gece ansızın etrafımızı kuşatan büyük bir ordunun korkusu sardı bütün benliğimizi. Sessizce gelip bütün şehri kuşatan, savaşamayacağımız kadar kalabalık bir ordu. Nasıl olmuştu da hissedememiştik? Casuslarımız, adamlarımız vardı; kuş uçsa haber getirirlerdi oysa. Ansızın zifiri karanlığı delen binlerce ateş!
Bu şehir, Bekke, tarih boyunca kaç savaş, kaç kuşatma gördü. Kaç kişiye yuva, kaç kişiye anne oldu? Ümmülkurâ, yani şehirlerin anasıydı. Kâbe’yi bağrında taşıyordu. Kur’an onu farklı isimlerle anmış; “Bekke”, “karye”, “el-beledü’l-emîn”, “el-beled” ve “meâd” diye isimlendirirmişti. İbrahim suresinde adı ekin bitmeyen vadiydi. Kutsaldı. Haramdı. Her türlü tecavüzden korunmuştu. Temizdi ve kendisine gelenleri temizlerdi.
Efendimizin doğduğu, büyüdüğü, peygamber olduğu yerdi Mekke. Karanlık bir dönemden geçiyordu. Dinin beşiğiydi oysa. Asırlar önce Hazreti İbrahim’in oğlu İsmail ile inşa ettiği Kâbe’nin içi ve etrafı putlarla doluydu. Mekke aydınlık ve karanlık çağların anası olmuştu. Bu kuşatma karanlığın bitişi anlamına geliyordu. Mekke’de on üç yıllık bir mücadele vardı. Ter ve kan, gözyaşı ve acı, hüzün ve umutla geçen on üç yıl. En sonunda gelen hicret emriyle edilen buruk veda. “Eğer çıkarmasalardı asla…” demişti Allah resulü geriye dönüp Mekke’ye son kez bakarken.
Hicretin sekizinci yılı ramazan ayı… Yatsı vakti, Merrüzzehrân Vadisi birden bire ışık kesti, ateş kesti. O sırada etrafı kolaçan etmeye çıkan Ebû Süfyân ve arkadaşları ele geçirilmiş. Efendimiz müjdeliyor: “Bugün Cenabıhakk’ın Kâbe’yi yücelteceği gündür. Bugün Kâbe’nin tevhit elbisesine bürüneceği gündür!”
Ebû Süfyân, görüp duyduklarından çok etkilenmiş ve Müslüman olmuş. Efendimiz, incelerden ince. İltifat ediyor ona ve ekliyor, “Kim Ebû Süfyân’ın evine girerse güvendedir.” diyor.
Ertelenmiş bir vuslat vardı ve daha fazla beklenmemeliydi. Şehre yukarıdan girdi Allah resulü. Başında demirden bir miğfer ve siyah bir sarık vardı. Devenin üzerindeydi. Fetih suresini okuyordu. Öte yandan müşriklerin kalplerini korku kaplamıştı. Neler yapmamışlardı ki! Ne acılar yaşatmışlar, nelerden mahrum etmişlerdi. Muhacirleri evlerinden, eşlerinden, evlatlarından yurtlarından etmişlerdi.
Devesinin üzerinde Kâbe’ye gelip asasıyla Hacerülesved’i selamladı. Tavafını tamamladı. Makâm-ı İbrâhim’de iki rekat namaz kıldı. İkram edilen zemzemden içti. Safa Tepesi’ne çıkıp dua etti. Kâbe’ye tekrar gelip “Hak geldi, batıl zail oldu!” diyerek tüm putları devirdi. Ebû Talha’ya haber gönderip Kâbe’nin anahtarını getirtti. İçeriye girip bir süre kaldı. İçeriyi putlardan, resimlerden, tasvirlerden temizledi.
