Beyza Yazıcı
Çocukluğumun o güzel ramazanlarını; muhabbet dolu iftarların ardından ailecek gidilen teravih namazlarını, o namazların ve cami atmosferinin “çocuk ben”de bıraktığı hissiyatı dün gibi hatırlıyorum. O zamanlar, bir şeyin parçası, bir şeye ait olmak ne demek bilmesem de hissediyorum. Eskinin çocukları, şimdinin anne babaları olarak benzer duyguları çocuklarımızın da yaşamasını tabii ki hepimiz isteriz. Şartların çocukluğumuzdan çok farklı olduğu bir gerçek olsa da çocuklarımız ile camiler arasında köprüler kurmak da yine bizim vazifemiz.
İnsanın kendini anlamlandırma ve yaşadığı toplumla bağ kurma sürecinin temelinde aidiyet duygusu yer alıyor. Çünkü insan, yaradılışı gereği sosyal bir varlık ve bir gruba veya topluluğa ait hissetme ihtiyacı duyuyor. Bu aidiyet duygusu, kişinin kimlik oluşumunu şekillendiren temel unsurlardan. Aynı zamanda insana kendini değerli hissettiriyor. Yoksunluğu ise kişide yalnızlık, kimlik bunalımı, depresyon gibi problemelere yol açabiliyor. Özellikle ergenlik ve genç yetişkinlik dönemlerinde birçok gencin kimlik bunalımı yaşadığı düşünüldüğünde, aidiyet duygusunun önemi daha iyi anlaşılacaktır. Batı toplumlarında büyüyen çocukların kimlik gelişiminde bu duyguyu sağlamlaştırmak ise bilhassa önemli. Çünkü insan, ancak kendi kimliği ile barışırsa başka kimliklere karşı daha hoşgörülü olur ve kendi özünü korurken onlarla bir arada yaşamanın yollarını bulur. Aidiyet duygusunu geliştirmenin birçok yolundan biri de ritüeller. İsviçreli din eğitimi uzmanı Adrian Naef, din ve ritüellerin ayrılmaz bir bütün olduğunu belirterek, 6-10 yaş arasındaki çocuklara yönelik din eğitiminde ritüellerin merkezî bir rol oynaması gerektiğini vurguluyor. Peki, nedir ritüel?
Ritüeller aidiyet sağlar
Ritüel, belirli bir amaç doğrultusunda, genellikle toplumsal, dinî veya kültürel bir bağlamda gerçekleştirilen, tekrarlanan ve sembolik anlam taşıyan davranış veya törenler bütünüdür. Sistem Teorisi uzmanı Prof. Dr. Christian Ebenbauer’a göre ritüeller, güven sağlıyor ve özellikle yaşam geçişlerinde bireylere destek oluyor. Günlük yaşamın monotonluğunu kırıyor ve duyuları harekete geçiriyor. En önemlisi de çocuklara güvenlik hissi, korunma duygusu ve aidiyet sağlıyor. Çocukken kıldığımız teravih, cuma ve bayram namazları da o anda ‘güvende ve ait’ hissettiğimiz için belleklerimizde bu kadar yer ediniyor. Öyleyse kendi çocuklarımızın da güvende ve ait hissetmeleri için onlarla camiler arasında köprüler kuralım. Düzenli bir şekilde ibadet edilen mekânların atmosferini solumalarını sağlayalım.
Zorluklarla başa çıkmayı kolaylaştırır
Rosa Zölß, ritüellerin 6-10 yaş arasındaki çocukların maneviyatı üzerindeki etkisini incelediği makalesinde, ritüellerin çocukların hem günlük yaşamdaki uyumlarını kolaylaştırdığını hem de özel durumlarla başa çıkmalarını sağladığını belirtiyor. Bir ülkeyi, bir hayatı, sevdiklerini geride bırakarak, hiç bilmediği bir ülkede, hiç bilmediği bir dil ile hayata yeniden başlamaya çalışan çocukların, kimlik ve aidiyet gelişimi için yapılacak en güzel şeylerden biri de onları kendi gibi düşünen, kendi gibi yaşayan insanlarla belli bir sıklıkta bir araya getirmek. Ramazan ayı bu hususta güzel bir başlangıç olabilir. Sıcacık sofralarda sıcacık sohbetler eşliğinde yapılan iftarlar, sonrasında birlikte gidilen teravih namazları çocuklarımızın kalplerine bir nakış gibi işlenir.
Bulunduğunuz şehirdeki kültür merkezleri, dernekler, camiler küçük dimağların güzel anılarına ev sahipliği yapabilir. Yaşadığımız şehirde bazı hayırseverler, cuma ve bayram namazlarının ardından, çocuklara onları mutlu edecek küçük hediyeler dağıtıyor. Tüm bunlar bir maddenin çok ötesinde anlamlar taşıyor çocuklar için. Güzel bir anın, mutlu ve ait hissettiği bir yerin hatırlatıcısı konumuna geçiyor. Ya da bir bayram sabahında erkenden kalkıp, en güzel giysilerini giyerek camiye giden bir çocuk bireysel ve toplumsal düzeyde bir denge ve aidiyet hissi kazanıyor.
Hibrit kimlikler nasıl oluşur?
Hibrit kimlik, bireyin farklı kültürel, etnik, dinî veya sosyal unsurları sentezleyerek kendine has bir kimlik oluşturmasıdır. Bu kavram özellikle küreselleşme ve göç konuları ele alınırken sıkça karşımıza çıkıyor. Hibrit kimliğini oluşturan kişiler hem geleneksel değerlerini, inançlarını koruyabiliyor hem de bulunduğu batılı topluma uygun bir yaşam tarzı sürebiliyor. Bu kişiler çoğu insana göre daha geniş bir dünya görüşüne sahip. Ayrıca farklı kültürler arasında bir köprü kurabilme yetenekleri var. Esnekler ve değişen koşullara hızlı uyum sağlıyorlar.
Astrid Kaiser, 1000 Rituale für die Grundschule adlı kitabında, ritüellerin çocuklar üzerindeki etkilerini sıralarken, onları birer “Güvenlik hissi kaynağı” ve “Hızlı toplumsal değişimlere bir denge unsuru” olarak niteliyor. Bu bağlamda hibrit kimlik oluşturma ve ritüeller arasında bir ilişki kuracak olursak, camiler ve orada yapılan ibadetlerin, batılı toplumlarda büyüyen müslüman çocukların hibrit kimlik gelişiminde ne derece önemli olduğu görülüyor.
Camiler güvenli alanlarımız
Safe space yani güvenli alan, hibrit kimlik geliştirmede oldukça önemli bir role sahip. Kişiler bu süreçte farklı kültürel, etnik veya sosyal unsurları bir araya getirmek için çabalarken genellikle aidiyet veya kabul görme arayışında oluyorlar. Güvenli alanlarsa kişilere bu süreci kolaylaştıran bir zemin sağlıyor. Çünkü kabul görmek ve kendini rahatça ifade edebilmek temel bir ihtiyaç. Yeni bir ülkede yeni bir dil ile hayatını baştan şekillendirmeye çalışan çocuklar da farklı kültürlerin bir parçası oldukları için bazen “ne tam buraya ne de tam oraya” ait hissedemeyebiliyorlar. Fakat camiler, kültür merkezleri gibi güvenli alanlar, kendilerini oldukları gibi ifade edebilecekleri, yargılanmadan dinlenebilecekleri ve kabul görebilecekleri yerler. Bu yüzden de çocuklarımızın kimlik gelişimi için önemli bir role sahipler.
