Câbir b. Abdullah

Nübüvvetin on üçüncü yılında (622) yapılan İkinci Akabe Biatı’na babası ile birlikte katılan Câbir b. Abdullah, yetmiş beş kişilik heyetin en genç üyesi idi.

​Yedi kız kardeştik. Ben en büyükleriydim. Çok insan tanıdım hayatım boyunca. Çok güzellikler gördüm. Çok kahramanlığa şahit oldum; ama bir tanesi var ki adeta ilmek ilmek saadetimi ve geleceğimi dokumuştur.

​Ailece oldukça sıkıntılı süreçlerden geçiyorduk. Babam karnımızı doyurmakta bile zorlanıyordu. Kıt kanaat bulduğumuz imkânlarla geçinmeye çalışıyorduk. Yalnızca küçücük bir hurma bahçemiz vardı. Sadece o bahçenin gelirleriyle geçinmek pek mümkün olmuyordu. Babam, sağdan soldan borç almak zorundaydı. Yine de mutluyduk! ​Bir gün bir haber geldi: Mekke’den biri, peygamber olduğunu ilan etmişti. Haber çabucak yayıldı. Nihayet bir gün babam yanına kardeşim Câbir’i de alıp Akabe’ye gitti. Küçüktü kardeşim; hatta o yolcuların en küçüğüydü. Minnacık elleri vardı. Oyun oynarken taş bile atamıyordu; ama belli ki kader onu bir şeylere hazırlıyordu.

​Aradan günler, aylar, yıllar geçti. Peygamber Efendimiz Medinemize hicret etti. Düşmanla karşılaşıldı, çarpışıldı… Nihayet düşman savuşturuldu. Medine, esenlik yurdu hâline geldi ama müşriklerin kin ve nefretleri bitmek bilmiyordu. Bedir geride kalmıştı. Uhud hazırlıkları yapılıyordu. Câbir, Bedir’e katılamamış olmanın ızdırabı ile kıvranıyor ve Uhud’u kaçırmak istemiyordu. Çocuk denecek yaştaydı ama büyük bir cihat iştiyakı vardı. Heyecanla huzura çıkıp savaşa katılmak için izin istedi. Peygamberimiz, babamın izni olursa katılabileceğini söyledi. Bunun üzerine soluğu babamın yanında aldı Câbir. Babam “Evladım! Yedi kız kardeşine bakıp onları kollayacak bir başkası olsaydı senin de Uhud’a katılmana müsaade ederdim.” dedi. Sahne muhteşemdi. Bir yanda savaşa katılmayı arzulayan bir evlat, diğer yanda onu ailesinin ihtiyaçları için geride bırakan bir baba.

Babam gitti ve bir daha geri gelmedi. Öylece kalakaldık. Bizi teselli etmek, Peygamber Efendimize düştü. Câbir’in omuzlarındaki yük öylesine ağırdı ki! Babası, bizi ona emanet ederek bir daha dönmemek üzere gitmişti. Üstelik ailesini geçirdirmek için küçücük bir hurma bahçesinden başka bir şey bırakamadan. Ödemesi gereken birikmiş borçlar da cabası. Câbir hem borçları ödeyecek hem de evimizi geçindirecekti.

Mucize

Belini büken onca sıkıntıya rağmen kardeşim oldukça hassas yaşardı. Peygamberimizin sevgisini kazanmış ve iltifatlarına mazhar olmuştu. Onun evine gider, sofrasına misafir olurdu. Başı her sıkıştığında Peygamber Efendimize koşardı. Borçlar konusunda da öyle oldu. Alacaklılar sürekli yakamızdaydı. Çaresizdik. Üç sene yemeden içmeden bahçemizdeki hurmaları toplayıp satsak bile borçlarımızı kapatamıyorduk. Câbir, Peygamber Efendimizden alacaklılarla konuşmasını, en azından borçların bir kısmının ertelenmesini sağlamasını rica etti. Peygamberimiz kabul etti. Ertesi gün bize gelecekti. Tatlı bir telaştır başladı. Yemekler hazırlandı. Alacaklılar davet edildi. Bahçemizdeki hurmalar toplanmış ve ortaya yığılmıştı. Hepi topu yetişkin bir oğlak kadardı hurma yığını. Efendimiz ellerini açıp dua etti ve bir mucize gerçekleşti. Alacaklılar bütün borçlarını tahsil ettiler ortadaki hurmalardan. Yığınsa ilk hâliyle kaldı. Hiç eksilmeden. O kadar şanslı bir aileydik ki anlatamam. Bunun dışında mucizelere de şahit olduk.

​Hendek kazılırken Müslümanlara güç verecek bir lokma ekmek bulmak bile zordu. Sadece su ikram edebiliyorduk. Bir türlü parçalanamayan bir kaya vardı. Peygamberimize müracaat edildi. Tavsiyeleri üzerine kayaya su serpildi. Eline balyozu alan Efendimiz, taşı paramparça etti. Câbir’den duyduğuma göre bu işi yaptığı sırada Peygamber Efendimizin karnına taş bağlıymış; açlığını bastırmak için…

Bereket

Bir oğlağımız vardı. Câbir, hanımı ile konuşarak Peygamber Efendimizi ve birkaç sahabeyi davet etmek istedi. Peygamberimiz daveti kabul etti ama bir şartı vardı: “Hanımına söyle ben gelinceye kadar yemeği ocaktan indirmesin, arpa ekmeğini de tandırdan çıkarmasın.” Câbir eve dönünce eşini tembihledi. Bu arada Peygamber Efendimiz iki elini ağzına götürerek herkesin işiteceği şekilde, “Ey hendek ahalisi! Câbir yemek hazırlatmış. Bizi davet ediyor. Haydi gidelim.” diye bağırdı. Yüzlerce sahabe bu davete icabet etti. Evin etrafı sahabelerle dolmuştu. Câbir bir yemeğe bir de davetlilere bakıyordu. Şaşkınlıktan ne yapacağını bilemiyordu; ama Peygamber Efendimize itimadı tamdı. Resûlullah yemeği ortaya koymamızı emretti ve başına geçip dağıtmaya başladı. Biraz ekmek biraz et… Yüzlerce sahabe karnını doyurdu. Efendimiz de yedi.

​Kardeşim Câbir, Bedir ve Uhud’a katılamadı; ama ondan sonra bütün gazvelerde bulundu. Halifeler döneminde de hep onların yanında yer aldı. Şam’ın fethinde hazır bulundu. Hayatının her anında doğrunun yanında yer alan Câbir’in en büyük arzusu Haccac’ın cenaze namazını kıldırmamasıydı. Nitekim Hazreti Osman’ın oğlu Eban kıldırdı cenaze namazını. Vefat ettiğinde 94 yaşındaydı. Gözleri görmüyordu. Bize Hudeybiye’yi anlatırken, biat edenlerle ilgili Peygamber Efendimizin, “Bugün sizler yeryüzünün en hayırlı insanlarısınız.” dediğini rivayet etmişti.

Etekleri topuğuna değmeyen bir izar giyerdi. Başına beyaz bir sarık sarar ve sarığının ucunu arka tarafından dışarı sarkıtırdı. Gençliğinde güçlü ve çok yakışıklıydı. İhtiyarlığında bembeyaz saçı ve sakalı vardı. ​Akabe Biatı’nda bulunanların en sonuncusu olarak vefat etti ve Peygamber Efendimize kavuştu.

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar