Morning has broken like the first morning Blackbird has spoken like the first bird
Praise for the singing, praise for the morning
Praise for them springing fresh from the world
Günün aydınlanmaya başladığı anlarda dinlemek için ne tatlı şarkıdır bu. Cat Stevens’ın kadife sesi eşliğinde sabahın ilk ışıklarını izlediğim dakikalardı. Şarkının da etkisiyle olacak, içsel bir yolculukta buldum kendimi. Karanlık bir dehlizin sonunda ışığa kavuşmanın hayalindeydim. “The Shawshank Redemption” filminden bir sahne belirdi gözümde. Bu filmi hatırlayan varsa beynini öpebilir! Beynini öpmek… Bu ifadeyi geçenlerde ilk kez duydum: “Kiss your brain!” Elde ettiğin bir başarının ardından kendini takdir etmenin bir ifadesi olsa gerek.
The Shawshank Redemption, en sevdiğim filmlerin başında gelir. Ayrıca, Stephen King uyarlamalarının en başarılısı olduğunu düşünüyorum. IMDB’de tüm zamanların en iyi filmleri listesinin başını çeken bu film, suçsuz yere hapse giren bir insanın mücadelesini konu alır. Başrollerinde Tim Robbins ve Morgan Freeman gibi usta oyuncuların yer aldığı filmin hapishane müdürü, oldukça gaddar ve zorbadır. Hapishane içindeki gruplar da çoğunlukla acımasızdır. Her yönden sıkışmış hisseden kahramanımız, bir gün duvara bir şeyler çizerken bir çıkış yolu keşfeder ve kaçış planını uygulamaya koyar. Biz seyirci olarak çok sonradan fark ederiz bu planı.
Yıllar yıllar sonra yağmurlu, şimşekli bir gecede kahramanımız ortadan kaybolur ve hiç umulmadık bir anda, her şeyi geride bırakarak hapishaneden kurtulur. Hem de müdüre ait bütün parayı bankadan çekerek. Filmi seyrederken türlü duygulara girebiliyorsunuz. Giriş, gelişme ve sonuç fevkalade ilerliyor. Defalarca seyretmişimdir ve her seferinde ayrı keyif aldığımı söylemeliyim.
İzlediğim filmlerle gerçek hayat arasında benzerlikler kurmayı seviyorum. Bana göre bu filmde hapishane müdürü otoriteyi temsil eder. Hapishane minik bir ülkedir, müdür de o ülkenin diktatörü. Gardiyanlar, otoriteye karşı gelmekten ve çıkarlarını kaybetmekten korkan yandaşlar. Mahkûmların bazıları da onların destekçisi. Diktatör, destekçileriyle birlikte ülkesini dilediği gibi yönetir. Haksız yere hapishanede bulunanların masumluğunu o da yandaşları da çok iyi bilmektedir; ancak umurlarında olmaz. Çünkü onların masumiyeti kimsenin işine gelen bir durum değildir.
Bu harika filmi ve bana hissettirdiklerini düşünürken bir can dostumun daha esarete mahkûm edildiği haberini aldım. Devasa bir açık hava hapishanesine yıllardır dayanan arkadaşımın önüne çok kez şimşekli geceler çıktı; ancak o, orada kalmayı tercih etti.
Uzun süre esaret altında kalan mahkûmların dışarıya çıktıklarında özgürlüğe alışamadıklarını okumuştum. Bu büyük değişikliğe uyum sağlamak, yeni bir hayata adım atmak kolay değil elbette. Adı özgürlük olsa bile! The Shawshank Redemption, filminde Andy Dufresne, duvarları kazarak, ümidini hep canlı tutarak bir kaçış tüneli yapıyor. Hem de 20 yıl boyunca uğraşarak. Finalde “esaretin bedeli” olarak özgürlüğünü gerçek anlamda kazanıyor. Esaretin Bedeli. Türkçeye bu isimle çevrilmiş film. Düşünüyorum da, acaba bir gün arkadaşlarım, can dostlarım, kardeşlerim de özgürlüklerine kavuşup “esaretimizin bedelini aldık” diyebilecek mi?