Yakın olana yaklaşma yolunda kurban, kurbet ve kurb

Caner Kaygısız

Allah bize çok yakındır, bizi bizden daha iyi bilir. İçimizden geçenler, neyi niçin yaptığımız/yapmadığımız, zaaflarımız, düş kırıklarımız hepsi ona ayandır.

Allah bize çok yakındır, bizi bizden daha iyi bilir. İçimizden geçenler, neyi niçin yaptığımız/yapmadığımız, zaaflarımız, düş kırıklarımız hepsi ona ayandır. Allah’ın bize yakınlığı ilim ve kudret sıfatlarıyladır. O her şeyi bilir, her şey onun “ol” emriyle oluverir. Aynı zamanda merhameti her şeyi kuşatmıştır. Latîf ismiyle kalbimizin en derin noktalarına nüfuz eder, Habîr ismiyle her durumdan haberdardır. Ama biz kullar ondan nihayet derece uzakta kalırız, kendimizden kaynaklı perdeler koyarak araya. İşte insanın dünya yolculuğu, kendi nefsinin karanlığıyla dokuduğu bu perdeleri sıyırma, fıtratındaki yakınlığı tekrar tesis etme çabasıdır bir bakıma. Bu yazı boyunca aynı kökten gelen, birbiriyle ilgili üç kavrama kısaca göz atacağız. Kurban, kurbet ve kurb. Cenabıhakk’ın Karîb isminin de aynı kökten geldiğini aklımızın bir kenarında tutarak yapacağız bunu.

Kurban

Kurban, kendisiyle Hakk’a yaklaşılan şeydir. Daha dar manası Allah’la yakınlık ve kulluk maksadıyla belli zamanlarda belirlenmiş türden hayvanları kesmektir, kesilen bu hayvan da aynı adla anılır.

Kur’an, Hazreti Adem’in iki oğlunun takdim ettiği kurbanlara değinir. (Maide 5/27) Yine Kur’an’da her ümmette kurban olduğu bildirilir. (Hac 22/34) Hac esnasında kesilecek kurban hakkında ayrıntılar verilir. (Bakara 2/196, Maide 5/2, 95, 97, Hac 22/28, 36, 37, Fetih 48/25) Hacca gitmeyenlerin de keseceği kurbana ise yalnız Kevser sûresinde işaret edilmiştir. Kurbanla ilgili dinî hükümler, dinin ikinci temel kaynağı olan sünnetle belirlenmiştir.

Kurban kesen öncelikle Hakk’ın buyruğuna uymuş olur. Esas maksat bu boyun eğme hâli olsa da kurban ibadetinin birçok sosyal yararı ve hikmeti vardır. Ayrıca inananlar her kurban kesişte Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in teslimiyetlerinin anısını canlandırır, o büyük teslimiyet kahramanlarından alacakları dersi tefekkür ederler. (Saffat 37/102-107)

Kurbet

Anlamı yaklaşmak, yakınlık olan kurbet, terim olarak Allah’a yaklaştıran ve sevap kazandıran her türlü eylem ve davranışı anlatmak için kullanılır. İbadet, taat ve kurbet yakın anlamlı sözcüklerdir. Her üçü de “masiyet”in zıddıdır. Dardan genişe sıralarsak “ibadet” Hakk’a kulluk bildiren eylem ve davranışlar; “taat” ilahî emir ve yasaklara uymak; “kurbet” mübah davranışları da kapsamak üzere Hakk’a yaklaşmaya vesile olan her çeşit davranış demektir. Kısacası “kurbet” kavramının sadece ibadetleri değil; her türlü iyilik ve erdemli davranışı içine alan geniş anlamlı salih amelleri anlattığını söyleyebiliriz.

Kurb

Yakınlık ve yakın anlamına gelen kurb ise tasavvuf terimi olarak manevi yakınlık anlamındadır ve uzaklık anlamındaki “bu’d”la birlikte kullanılır. Kur’an’da Allah kendi yakınlığını, “Kullarım beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim.” (Bakara 2/186) ve “İnsanı biz yarattık. Onun için, nefsinin kendisine neler fısıldadığını, neler telkin ettiğini de biz pek iyi biliriz. Çünkü biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kaf 50/16) ayetleriyle anlatmaktadır.

Sufiler daha çok kurb hâlinin nasıl kazanılacağı üzerinde durmuşlardır. Allah’a yakın olmak, rızasını kazanmak her ibadetin temel gayesidir. Kurbana da böyle bir yakınlık sağlayabileceği için bu ad verilmiştir. Ayrıca manevi derecesi en yüksek olanlara mukarrebîn denmiştir ki, Allah’ın yakın dostları demektir. (Vakıa 56/11, 88) 

Ya Karîb ya Allah!

Kurban, kurbet ve kurb sözcükleriyle aynı kökten gelen Karîb ismi Allah’ın güzel adlarındandır. Sufiler Allah’ın iki farklı yakınlığından bahsederler. Biri geneldir ki Allah bütün kullarına ve yaratılmışlara aynı derecede yakındır. Bu ilim ve kudret sıfatlarıyla yakın olmasıdır. Diğer yakınlık ise müminlerine ve özellikle takva sahiplerine rahmet ve lütfuyla yakın olmasıdır. Bu yakınlık biraz da kulun çabasına bağlıdır. Çünkü hadislerde ifade edildiği gibi, o kendisine bir karış yaklaşana bir kulaç yaklaşır. (Buhari, Tevhid 15 vd.) 

Üst Kuşak: Bakmaz mısınız?

Cenabıhak, Hac sûresinde şöyle buyurmaktadır: “Fakat unutmayın ki ne onların etleri ne de kanları asla Allah’a ulaşacak değildir. Lâkin ona ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvadır, Allah saygısıdır. O bu hayvanları size amade kıldı ki, sizi doğru yola eriştirdiği için onun yüceliğini ilan edesiniz. Öyleyse güzel davrananları müjdele!” (Hac 22/37) Prof. Dr. Suat Yıldırım’ın söz konusu ayete şu şekilde açıklık getirir: “İbadetlerin, hayır ve hasenatın kabulünün başta gelen şartı ihlâstır. Allah’ın rızasını gözetmek gerekir. Zira bunların mükâfatını vermek yalnız Allah’ın yetkisindedir. O hâlde sadece onu razı etmeye çalışmalıdır. ‘İşlerin kıymeti ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ve maksadı ne ise, eline geçecek olan da odur.’ hadis-i şerifi de bu gerçeği beyan etmektedir.”

Yan Kuşak:

Not Defteri: 

Cevşen-i Kebir duası, marifetullah dersi alacağımız çok değerli kaynaklardan biridir. Cevşen-i Kebirde Cenabıhakk’ın Karîb esması, basit ve bileşik isimler hâlinde şu şekillerde yer almaktadır:

  • Ya Karîb (45/1)
  • Ya Mukarrib (96/2)
  • Ya ni’me’l-Karîb (51/4)
  • Ya Akrabü min külli karîb (44/1)
  • Ya Karîben ğayra baîd (46/10) (77/6)
  • Ya men Hüve fî uluvvihî Karîb (35/4)
  • Ya men Hüve fî kurbihî Latîf (35/5)
  • Ya Men lâ yeb’udu an kulûbu’l-ârifîn (62/10)
  • Ya Men karrebenî ve ednânî (65/4)
  • Ya men Hüve rahmetühü karîbün li’l-muhsinîn (74/10)
  • Ya men Hüve li-men ehabbehü Karîb (95/3)
  • Ya Men yehûlü beyne’l-mer’i ve kalbihî (66/4)
  • Ya men Hüve Akrabü ileyhi min habli’l-varîd (77/10)

Eşrefoğlu’nun Rûmî adını alması zorlu bir yolculuğun meyvesidir. Bu zorlu seyahatin neticesinde dergâhına vardığı Şeyh Hamavî onu “Anadolulu” anlamında “Ey Rûmî!” diyerek karşılamıştır. Bundan sonra Abdullah, Eşrefoğlu Rûmî ve Eşrefzade Rûmî gibi adlarla anılmaya başlanmıştır.

Üzerinde uzun yol alametleri taşıyan derviş, yedeğinde bir kadın ve kız çocuğu taşıyan merkeple Hama’ya girmiş, dergâhın yolunu tutmuştur. Kimseciklerin tanımadığı, hatta karşılamaya çıkan dervişlerin bile fark edemediği bu fukara derviş, Abdullah’tan başkası değildir. Şeyhi Hacı Bayram Veli’nin işaretiyle Anadolu’yu baştan başa katederek bugünkü Suriye’de bulunan, bir zamanlar dedelerinin yaşadığı Hama’ya, Hüseyin Hamavî’nin dergâhına gelmiştir. Onu karşılayan Şeyh, “Hoş geldin ya Rûmî!” der ve ayağının tozuyla çileye sokar.

Erbainin otuz birinci günü, elinde bulamaç tabağıyla hücreye giren görevli onu ölü gibi kaskatı hâlde duvara yaslanmış bulur. Sarsarak uyandırmak isterse de hayat belirtisi yoktur Abdullah’ta. Huzura çıkıp “Efendim, sizlere ömür Rûmî vefat etmiş,” der. Şeyh oralı olmaz. Kapıyı kilitletip anahtarı yanına alır. Şeyh Hüseyin’in erbaini bölmeye niyeti yoktur. “Kırk gün dolmadan hücreyi açmayacağım,” diye kestirip atar. 

Nihayet kırk gün dolar, Şeyh Hamavî dervişleriyle birlikte hücre kapısına gelip “Ya Rûmî!” diye seslenir. Ses seda gelmez içerden. Tekrar seslenir, yine cevap yoktur. Üçüncü seslenişte Eşrefoğlu vecd hâlinden uyanıp fark makamına gelir. “Lebbeyk Azizim! Bize kıydınız.” buyurur. Artık bütün dünya lezzetlerinden üstün olan istiğrak âleminden çekilip alındığı için mi öyle demiştir yoksa ölmeden önce öldüğünü mü söylemek istemiştir Allah bilir. Hemen o gün Rûmî hazretlerine icazet verilir ve bu sefer Kâdirî halifesi göreviyle İznik’e uğurlanır.

Aşk imiş her ne var âlemde!

Eşrefoğlu, Efendimizin (as) soyundan; Mısır’dan Suriye’ye, sonra Anadolu’ya göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak 1353 veya 1377 yılında İznik’te doğar. Adı Abdullah, baba adı Eşref’tir. Belli yaşa gelince medrese eğitimi için Bursa’ya gider. Rüyasını anlattığı bir meczup, batıni ilimlerde nasibi olduğunu söyleyip onu Emir Sultan’a gönderir. Ama nasibi bu kapıda değildir, Emir Sultan yaşlılığını öne sürer, Ankara’ya gidip Hacı Bayram Veli’ye kapılanmasını salıklar.

Hacı Bayram Dergâhı’nda nefis terbiyesi

Rûmî Ankara’da on bir sene kalır. Dergâhın en ağır işlerinde çalışır. Sonunda dergâhta imamlıkla görevlendirilir, şeyhi kızı Hayrunnisa ile evlendirip halifesi olarak İznik’e gönderir. Lakin Abdullah’ın kalbi hâlâ “Daha yok mu?” demektedir. Şeyhi rüyalarına ve sorduğu sorulara bakıp, onu Hama’da yaşayan, Abdülkadir Geylani’nin beşinci göbek torunu Hüseyin Hamavî’ye gönderir. İşte yazının başında anlattığımız yolculuk budur. Hama’da beklentisinin aksine fazla kalamaz. Kırk günlük çile alacağını alması için yetmiştir. Hüseyin Hamavî’nin bu durum için şöyle dediği aktarılır: “Abdullah-ı Rûmî bir okyanusmuş, bizde bulunan ne varsa alıp gitti.”

Yol rehberi Eşrefoğlu

Eşrefoğlu Rûmî iki şeyhinin yolunu birleştirir. Kadiriliğin bu koluna Eşrefiyye denilecek ve kendisi Abdülkadir Geylani’den sonra ikinci şeyh kabul edilecektir. Daha hayattayken tarikatı yayılır. Menkıbeleri anlatılır. Yüz veya yüz yirmi yıl yaşadığı söylenir. 1469/1470 yılında Hakk’a yürür ve sonradan camiye çevrilen dergahının haziresine sırlanır.

N’olur ise ko ki olsun n’olısar

Tek gönül Allah’ı bulsun n’olısar

Aşk deryası cûşa geldi kan akar

Âşık-ı bîçare ko ki dalsın n’olısar

Bu denize düşen ölür dediler

Ölür ise âşık ölsün n’olısar

Âkıbet şol göze toprak dolısar

Bir gün evvel ko ki dolsun n’olısar

Dünyanın mansıpların izzetin

Kodı Rûmî alan alsın n’olısar

Aşk gelicek cümle işler bitiser

Bitmez ise ko ki kalsın n’olısar

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar