Durdu Ozan
Bu aileye gelin olduğumdan, kayın babam Amr’ın, ki Ebû Cehil olarak meşhur olmuştur, şu sözleri hep kulaklarımda: “Biz Abdümenâfoğulları ile şeref hususunda çekiştik durduk. Onlar yemek yedirdiler, biz de yedirdik. Onlar başkalarının yükünü kaldırdılar, biz de kaldırdık. Onlar başkalarına bağışta bulundular, biz de bulunduk. Dizüstü çöküp yarışa hazır hâle gelen atlar gibiydik. Her vakit birbirimize meydan okuduk. Şimdi onlar diyorlar ki bizde bir peygamber var ve ona gökten vahiy geliyor. Biz buna nasıl ulaşabiliriz? Allah’a yemin olsun ki o peygamberi asla tasdik etmeyecek ve dinlemeyeceğim.”
O zaman, insanlar içinde en nefret ettiğimiz kişi Hazreti Muhammed idi. Getirdiği mesajları kabul ettiğimiz taktirde hem o kabilenin üstünlüğünü kabul etmiş olacak hem de sahip olduğumuz her şeyden vazgeçecektik. Yemeğimizi pişiren, evimizi temizleyen, ayak işlerimizi yapan ve bize göre birer hiçten ibaret olan insanlarla eşit olacaktık. Kabul edilir gibi değildi.
İnsanların akın akın ona koştuğunu gördükçe çileden çıkıyor, onların canını nasıl yakabiliriz diye planlar yapıyorduk. Adeta bu hususta birbirimizle yarışıyorduk. Bu fenalıklar sadece Müslümanlara değildi üstelik. Muhammed’e de akla hayale gelmedik eziyetler ediyorduk. Sözlü sataşmalar, hakaretler, küfürler, yoluna diken serpip bahçesine leşler atmalar… Hatta bir gün o kadar ileri gittik ki öldürmeye kalktık. Ağır, pis deve işkembesini başına koyduk o secdede iken.
Her Seye Rağmen
Onca kötülüğümüze rağmen Muhammed defalarca kapımıza geldi. Bitmek tükenmek bilmeyen bir azimle anlattı, anlattı. Umut etti, çok istedi bizim kurtuluşumuzu. Bir defasında onun ardından, kayın babam “Biliyorum o bir peygamber; ama kabul edersem onların üstünlüğünü de kabul etmiş olurum.” dedi, hiç unutmuyorum.
Düşmanlığımızı Bedir’de de gösterdik. Kadın erkek, atlı yaya hepimiz oradaydık. Biz kadınlar erkekleri şevke getiriyorduk. Kocam İkrime iyi bir süvariydi. İyi kılıç kullanır, iyi ok atardı. Canla başla savaştılar; ama kaybımız büyük oldu. Ebu Cehil öldürüldü. Diğerleri gibi bizim de kinimiz kat kat arttı. Yeminler ettik, and içtik intikam için. İkrime daha da kinlendi. Babasından kalan düşmanlık sancağını o devraldı.
Uhud tam bir can pazarıydı. İntikam alanıydı. İkrime, Hâlid b. Velid ile Müslüman okçulara saldırdı. Onları ok yağmuruna tuttular. Bu hengâmede benim gibi intikam yemini etmiş olan Hind de intikamını aldı. Bir nebze rahatladık. Kinimiz sönmedi ama diğer günler bizimdi nasıl olsa.
Aradan zaman geçti. Bir gün Mekke’nin yakınında İslam ordusunun ateşini gördük. Müslümanlar nihayet Kâbesi’ne geliyordu. Kocamın inadı aynı inat; düşmanlığı aynı düşmanlıktı. Ben ise çoktan değişmiştim. Kalbimde bir filizlenme vardı. Kocam, öldürülecekler listesindeydi. Ona rağmen ben kararımı vermiştim: Müslüman olacaktım. Eşimi de iknaya çalıştım. Şiddetle reddetti. Yaptıklarının büyüklüğünden ve suçlarından dolayı affedilme umudu yoktu.
Nihayet Huzurdayım
Sevgili Peygamberimiz Mekke’ye girince huzuruna çıktım. Eşim için yalvardım. Efendimiz onu affetti. Bu müjde ile kölemle yollara düştük. Onu bulduk. Müjdeyi verince kulaklarına inanamadı. Tekrar tekrar sordu. Günler sonra nihayet Medine’ye ulaştık. Resulullah “Merhaba ey muhacir süvari!” diyerek eşimi kucakladı. Hem affetmiş hem de iltifatlara boğmuştu. Ama eşim İkrime utanç içindeydi. Eski günahlarından hicap duyuyordu. Efendimiz ellerini açıp “Allah’ım bana yaptığı bütün kötülükleri, senin nurunu söndürmek için attığı her adımı affet. Yüzüme karşı veya gıyabımda benim aleyhimde söylediği sözleri affet.” diye dua etti.
Bunun üzerine İkrime duygulu bir sesle şöyle söz verdi; “Ey Allah’ın resulü! Rabbime yemin ederim ki insanları onun yolundan çevirmek için sarf ettiğim malın iki mislini onun yolunda harcayacağım. Allah yolundan çevirmek için yaptığım savaşların iki mislini Allah yolunda yapacağım.”