Baba candır!

İlk nefes, ilk adım, ilk kelime: "Bab ba". Bu büyülü ifade, pek çok aile için, uzun bir hamilelik sürecinin ardından duyulan ilk müjdedir. Baba, bebekle ilk temasından itibaren hayatında yeni bir döneme adım atar. Taşıdığı genetik kodlarla, sesiyle dokunuşlarıyla çocuğunu şekillendirir. Psikolog Ross Parke, babalığın istek, ilişkiler ve güvenle şekillendiğini ve sağlıklı bir evliliğin sağlıklı bir bebek doğurduğunu söyler.

Elif Nesibe Temiz

Çocukken ilk ve en kolay söylediğimiz kelimelerden biridir aslında baba. Uzun bir hamilelik, sancılı bir doğum süreci ve uykusuz gecelerin eşlik ettiği lohusalık sürecinden sonra anneler bu duruma epey bozulurlar hatta. Çocuğunun “bab ba” diye kendisini çağırdığı an, pek çok erkeğin erime noktasıdır. Hayatında ilk kez bu hitaba muhatap olan babanın, ilk aylarında oyuncak bebek kıvamında algıladığı yavrusuyla ilişkisi; bakışmaktan, konuşma safhasına adım atar böylece. Hâlbuki “Bab ba” diye çağrılmadan çok önce yavrusu tarafından dikkatle incelenmekte ve takip edilmektedir. Bir babanın çocuğunun üzerindeki etkisi, yaratılışına vesile olan hücreleri sayesinde, aktardığı genetik kodlarıyla başlar. Eşinin hamileliği sürecinde evladına duyurduğu sesiyle devam eder daha sonra. Nihayet doğum anından itibaren de yavrusuna her bakışıyla ve dokunuşuyla…”Bab ba” ifadesi malumun ilamıdır sadece.

Etkili Eleman: Baba

Psikolog Ross Parke, garip bir şekilde psikoloji biliminin yakın bir zamana kadar babaları adeta görmezden geldiğine dikkat çekiyor. Parke’a göre bu durumun en önemli sebebi, Psikanalist Sigmund Freud ve Etolog John Bowlby’nin çalışmalarında, çocuğun gelişiminde babayı anneye kıyasla daha önemsiz görmeleri. Fakat zaman geçtikçe bu alanda yapılan çalışmalar, özellikle bebeklik döneminde görmezden gelinen baba etkisinin, bir çocuğun hayatında aslında sanıldığı gibi etkisiz eleman olmadığını ispatlıyor. Babaların çocukların hayatındaki bu aktif rollerine alışması ve bu rolün hakkını verebilmeleri de belli faktörlere bağlı. Bunlardan ilki, bir erkeğin baba olmayı gerçekten isteyip istememesi. Sadece çocuk sahibi olmayı istemek de yeterli değil; bu isteğin hangi motivasyonla ortaya çıktığı da oldukça önemli. Eşi istediği için ya da kök aile tahşidatıyla sadece baba olmuş olmak için elde edilen bir rol, elbette yapmacıklıktan uzak olamayacaktır.

İkinci önemli faktör, eşlerin arasındaki ilişki. Bu ilişki dengeli ise; aile içi kimlikler yerinde ve güzel oturmuşsa; nasıl bir çocuk yetiştirileceği konusunda herkes hemfikirse çiftler ebeveynlik kimliğini çok daha kolay taşıyorlar. O ailede yetişen çocuklar da böylece kendi kimliklerini daha güzel oturtabiliyorlar. Tam da bu noktada Ross Parke, Boston’da yapılan “Hamilelik, Doğum ve Eveynlik” adlı bir çalışmadan bahsediyor Babalık kitabında. Buna göre ebeveynlerin evlilikleri ne kadar sağlıklıysa bebekleri de ilk iki aylarında fizyolojik olarak o kadar sağlıklı oluyorlar.

Üçüncü faktör de “eve ekmek getiren” bir erkeğin, çocuk sahibi olduktan sonra finansal açıdan kendini ve ailesini güvende hissetmesi. Çocuk ve beraberinde gelen ekonomik yükler, annenin uzun bir müddet çocuğuyla ilgilenmek üzere işten ayrılması ve para kazanamaması gibi sebepler, babaları haddinden fazla geçim kaygısına düşürebiliyor. Tüm bu hususlarda kendini hazır ve güvende hisseden erkekler, bebek sahibi olma fikrine daha kolay uyum sağlayıp hem hamilelik hem de bebeklik ve çocukluk sürecinde evlatlarının hayatında daha aktif rol oynuyorlar elbette.

Çocuklarıyla arasına mesafe koyma eğiliminde olan babaların, bu engelleri aşmaları ve evlatlarıyla sağlıklı ve derin bağlar kurmaları oldukça önemlidir.

Üç Farklı Babalık Prototipi

Psikolog Doğan Cüceloğlu, babalığın üç farklı prototipi olduğunu düşünüyor. Birincisi aynen Can Yücel’in “Ben hayatta en çok babamı sevdim.'” şiirindeki gibi “yok baba”. Var; ama evde yok. Sürekli özleniyor. Öyle bir özlem ki bu, Yücel’in dediği gibi babasını görebilmek için hasta olmayı bile güzel görüyor. Varken yokluğu çekilen bir babaya mı yoksa yokken varlığı özlenen bir babaya mı sahip olmak daha zor desek; ilk seçeneğin daha ağır bastığı görülüyor onun mısralarında. Yok baba, fiziken evde olsa bile çocuğun terbiyesine katkısı yok. Bu babalar, evi geçindirmeyi -genelde- maddi anlamda geçindirmek olarak algılarlar. En meşhur replikleri, ”Gece gündüz çalıştım, didindim sizin için. Neyinizi eksik ettim?”dir. Sorumluluk sahibi her erkeğe/babaya yakışacak şekilde çalışarak evlerinin, eşlerinin, çocuklarının her türlü maddi ihtiyaçlarını karşılamak için ellerinden geldiğince, güçlerinin yettiğince çabalar dururlar. Fakat bu hengâmede bir aileyi geçindirmenin onu manevi olarak da geçindirmek anlamına geldiğini ne yazık ki çoğu kez unuturlar. Evdeki huzurun tesisinden, eşlerinin memnuniyetinden, çocuklarının duygusal ve ahlaki gelişiminden tıpkı faturalar ve bütçe yönetimi kadar sorumlu olduklarını düşünmezler.
Babalıklarını daha çok sağladıkları imkânlar çerçevesinde değerlendirirler. İyi okullarda okutmak, güzel kıyafetler giydirmek gibi maddi kalemler, babalık gibi manevi bir rolün ölçüm parametreleri olur onların gözünde.

İşten eve gelip koltuklarındaki yerlerini alsalar da çocuklarının gönül tahtlarındaki yerlerini alamazlar. Ellerindeki telefona, karşılarında duran ekrana çocuklarının gözlerine baktıklarından daha fazla bakarlar. Her zaman yapacak daha önemli işleri vardır. Koca dünyayı kurtarmaktan “küçücük” ev ve aile işleriyle uğraşmaya vakitleri kalmaz çoğu zaman.

Yok babalar, genelde yazılı olmayan bir anlaşmayla terbiye dahil bütün duygusal görevleri annelere yıkmıştır. Bebekken bezini kirleten evladını kastederek “şu çocuğa baksana” diye eşlerine seslenen “yok babalar”, yumurcakları büyüdüğünde onlarda gördükleri her eksik için yine anneyi günah keçisi ilan edip “Bak eserine!” suçlamalarına başlarlar. Kendisi ekmek derdindeyken ya da büyük idealleri uğrunda mücadele edip dünyayı kurtarıyorken elbette evdeki “hatun” da “bir zahmet” çocuklarını kurtaracaktır. Hele bir de bu yok babalar eşlerinden boşanmışlarsa büyük ihtimalle çocuklarından da boşanacaklardır. Yönetmen Woody Allen, yok babalara güzel bir örnek olabilir sanırım. Kendisinin eski partneri Mia Forrow’a karşı giriştiği velayet davasında hâkim, Allen’dan çocuklarının arkadaşlarını ve doktorunun adlarını saymasını ister. Fakat Allen sayamaz. Zira birliktelikleri boyunca çocuklarını bir baba gibi değil; aksine bir yancı olarak takip eder.

Çocuklarını Kendi Çocukluklarıyla Kıyaslayan Babalar

Cüceloğlu ikinci türü “Yüz Baba” olarak adlandırır. Bu babalar, belli kalıplar ve inançlarla hareket ederler. ”Baba dediğinden korkulur; baba dediğine saygı duyulur; baba dediğin mesafeli olur; baba dediğin öyle sürekli öpmez, sarılmaz; baba dediğin gerektiğinde bir tane patlatır…” ve benzeri cümleler mottolarıdır. Bulmaca resimlerindeki yedi farkı bulurcasına çocuklarının her eksikliklerini fark ederler. Dilleri eleştireldir. Kendi babalıklarını, çocukluklarında maruz kaldığı babalıkla karşılaştırırlar. Çocuklarını kendi çocukluklarıyla kıyaslarlar. ”Biz bunların sahip olduklarının onda birine bile sahip değildik!” ya da ”Biz babamıza böyle davranacaktık ha!” diye sürekli karşılaştırma yapan bu babaların evlatlarını “şımarık” olarak nitelendirmeleri kaçınılmazdır. Kendi ebeveynliklerini ve evlatlarının çocukluklarını tarihi olayları değerlendirir gibi kendi dönemi içinde ele almaları gerektiğini unuturlar. İletişim kurarlar görünüşte ama ilişki kuramazlar.

Babalık Her Anı Değerli Kılan Bir Sevgi Serüvenidir

Doğan Cüceloğlu’nun bir de “can baba” tiplemesi var ki bu hepimizin ailelerimizde görmek istediği baba karakteri. Akla ilk geldiği şekliyle süper güçleri olan, mükemmel biri değil belki bu baba; ama hakikatte bir süper baba! Can baba, duygularından utanmayan ve onları saklama ihtiyacı hissetmeyen bir babadır. Böylece çocuğu da ona her tür duygusunu rahatlıkla ifade edebilir. Zaten can baba iyi bir gözlemcidir. Evladının duygu dünyasındaki değişimleri kolaylıkla fark eder. Kapıdan girdiği andan itibaren evinde yardımcı ebeveyn, asistan anne ya da bakıcı rolünde değildir. Aktif bir babadır. Kendisini çocuklarının maddi manevi bütün ihtiyaçlarından sorumlu hisseder. Onların dertlerini, aile gazetesi olarak konumlandırdığı eşinden öğrenmez. Doğrudan çocuklarıyla röportaj yapar. Kendi sorumluluğunu başta eşi olmak üzere, aile büyüklerinin, öğretmenlerin ya da mentör abi ve ablalarının üstüne yıkmaz.

Sevgisini gösterirken oldukça cömerttir. Sevgi dilini aktif bir şekilde kullanır. Baba olarak yaptığı fedakârlıkları ve gösterdiği çabayı asla başa kakmaz. Cesaretlendirici ve teşvik edicidir. Bütün bunları, “iskele kurmak” olarak adlandırılan öğretme tekniğinden yararlanarak yapar. Çocuğun her başarısını, bir diğeri için basamak olarak kullanır ve canparesini, bireysel yetkinliğinin arttığına inandırır. Evladına zaman ayırır ve ayırdığı vakte kalite katar. Çocuğunun yaşamını zenginleştirir. Saygıyı ve sevgiyi salt baba olduğu için değil; karakteri gereği hak eder. Babalığı doğuştan bildiğine inanmaz; aksine bu konuda sürekli öğrenme ve gelişme gayreti gösterir. Nasıl daha iyi bir baba olabilirim kaygısını, aktif bir çaba hâline getirir.

Bir de farklı sebeplerle çocuklarının yanında fiziken bulunamayan babalar var! Özgürlüğünden mahrum olan, başka ülkelerde yaşamak zorunda kalan, ekmeğini uzak coğrafyalarda çıkarmaya çalışan babalar. Her şeye rağmen varlıklarını ve manen yakınlıklarını hissettirmeleri mümkündür bu babaların. Açtıkları bir telefon, yazdıkları iki satır mektup, uzaktan da olsa düşünüp gönderdikleri çam sakızı çoban armağanı hediyeler ve hepsinden önemlisi dudaklarından eksik etmedikleri hayır dualarıyla hep vardırlar bu babalar çocuklarının hayatında. Bu babaların çocukları, nefislerine hoş gelen; ama aslında pek de hoş olmayan şeylerden kendilerini, “Babam burada olsa bunu yapmamdan hoşlanmazdı.” diye düşünerek alıkoyarlar. Bu babalar, evin içinde dolaşan nice babadan çok daha ilgilidirler çocuklarının ahlaklarından ve doğru istikamette olmalarından. Bu babalara, “var baba” demek istiyorum müsaadenizle. Zira var babalar, cismen mevcut olunamasa da manen var olunabileceğinin ispatı gibidirler.

Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’na göre varlıklarıyla değil ilgileriyle hatırlanan “Can Baba”lar; duygularını saklamayan ve sevgilerini cömertçe gösteren aktif rehberlerdir. Bu tip babalar, farklı gerekçelerle çok uzakta dahi olsalar telefonlarıyla, mektuplarıyla, o da mümkün değilse dualarıyla her daim çocuklarının yanında olurlar.

Sevgi, Zaman Ve Samimiyetle İnşa Edilen Baba-Çocuk Bağı Daha Güçlü Oluyor

Gottman’a göre başarılı baba, tasarladığı işleri “çocuğa rağmen” yapabilen biri değildir. Evladının hayatında yaklaşık yirmi yıl kadar devam eden bir sürecin, bütün aktif rollerini daha baştan kabul etmiş bir ferttir. Hatta babalığın bu yirmi sene ile sınırlandırılamayacağının, tıpkı Peygamber Efendimiz’in örnek hayatlarında olduğu gibi ömür boyu devam edeceğinin farkındadır.

Bir erkeğin çocuk dünyasına katılması ve orada kolay erişilir biri olması için zaman tanzimine dair köklü değişiklikler yapması gerekir. Zira erkek yaşamı, ilk planda, toplumsal normların da etkisiyle başkalarının duygularına özen göstermeyi ve onları düzene sokmayı amaçlamaz. Daha ziyade işleri bitirmeye ve sorunları çözmeye odaklanır. Zamanın büyük bölümünü çocuklara ayırmak zorunda kalıp, hiçbir “iş” yapamadığında motivasyonunu kaybeder, hayal kırıklığı yaşar. Bu sebeple erkeklerin iş ile ev hayatı arasında bir denge sağlayabilmeleri için maddi kazançlarından ve kariyer hedeflerinden -aynen annelerin yaptığı gibi- belli oranda fedakârlık yapması gerekir.

Bu fedakarlıklar, yapılacak bilinçli tercihlerle asgari düzeye indirilebilir. Psikolog Ronald Levant’ın “aile içi işler” adını verdiği rutinlere günlük bazda katılan babalar, çocuklarının hayatında var olabilecek zamanı da rahatlıkla oluşturabiliyor. Yavrusunu akşamdan akşama da görse banyo yaptırarak, uyutarak, aklına takılan mini mini bir soruya cevap vererek, uyku öncesi sohbet ederek, birlikte odasını düzenleyerek az zamanda çok yol kat etmeleri mümkün. Kısa yoldan gönül kazanmak için samimiyet, kaliteli zaman ve emek şart.

Benimle Oynar Mısın?

Ross Parke, anne ve babaların farklı ebeveynlik tarzları olduğuna dikkat çekiyor. Çocuklar da hayatları boyunca bu deneyim çeşitliliğinden yararlanıyorlar. Babalar, zamanlarının çoğunu çocuklarıyla oynayarak geçirme eğilimindeler. Onların fiziksel ve sağlam yaklaşımları, annelerin sözlü ve tempolu tarzını tamamlar aslında. Babalar genelde oyun yoluyla çocuklarını etkilerler. Oynadığı hareketli ve gürültülü oyunlar sayesinde çocuk da duyguları öğrenme fırsatı yakalar ve oyun arkadaşlarıyla dolu bir dünyaya adım attığında rahat eder. Duygularını, eğlenceli bir oyun oynamasını sağlayacak düzeyde tutmayı başarır ve sosyal yaşamında da sevilen bir kişi olur.

Babaların ilgisi sadece sosyal başarı ve duygusal zekâ üzerinde değil, aynı zamanda akademik başarı üzerinde de doğrudan etkilidir. Robert Blanchard ve Henry Biller, yaptıkları araştırma ile babaların varlığı kadar yokluğunun da çocukların akademik performansını etkilediğini ispat ediyorlar. Bu araştırmada, babaları yanında olmayan, babaları yanında olan ama bağ kurmayan ve babaları yanında olan ve bağ kuran üçüncü sınıf erkek çocukları karşılaştırılıyor. Hepsi ortalama IQ’ya ve aynı kardeş sayısına sahip, işçi ve orta sınıf kökenli bu çocuklarda görülüyor ki sınıf seviyesinin altında ve başarısız olanlar, beş yaşına gelmeden babanın terk ettiği evlerden geliyor. Üstün akademik performans gösterenlerse, babaları hayatlarında aktif olan çocuklar. Babanın evladıyla etkileşim tarzı sadece küçükken değil; ileriki yaşlarda da önem arz ediyor. Çocuğunun başarılarından övgüyle söz eden, iltifat eden ve memnuniyet duyduğunu ifade eden babaların çocukları, eğitim hedeflerini daha yükseğe koyuyorlar.

Gottman’ın bu konuda yaptığı bir başka çalışmada ise destek vermek yerine aşağılayan babalarla büyüyen çocukların başını belaya sokmaya en yatkın grup olduğu görülüyor. Bu çocuklar, arkadaşlarına karşı saldırgan, suç işleme ve şiddet göstermeye de oldukça meyilli oluyorlar. Aynı araştırmaya göre zannedildiği gibi anne çocuk ilişkisinin nitelikleri, babanın yaklaşımı kadar çocuğun başarısında etkili değil. ”Bu kuşkusuz şaşırtıcı bir keşiftir, özellikle de annenin çocukla daha çok zaman geçirdiği hesaba katıldığında.” diyen Gottman’a göre bunun sebebi, babanın çocuğun dünyasında son derece güçlü duyguları harekete geçiriyor olması.

Babalara düşen, babaların en güzeline benzemek için canla başla mücadele etmektir. Çocuğunun güvendiği dağ, beslendiği bağ, yaş aldığı çağ olmak; ama asla geleceğine giden yolda takıldığı bir ağ olmamaktır!

Pencere Kırık Mı?

Psikiyatr Gülay Özer’in de belirttiği gibi baba, dış dünyanın temsilcisi ve çocuk için dünyaya açılan penceredir. Pencerenin kırığı döküğü, şekli şemaili, çocuğun dış dünyayla ilişkileri ve benlik gelişimi için belirleyicidir. ”Kendi oğul olma meselesini temize çekmiş, babasından aldıklarını da alamadıklarını da kabul etmiş. ‘Yaşadıklarımdan iyisiyle kötüsüyle öğrendiklerim var, eklediklerim, çıkardıklarım var.’ diyen adamların babalığı da kocalığı da pek güzel olur.” diyen Özer’e göre erkek çocuğunun babayla ilişkileri doyumluysa, babası ona model olabiliyorsa ve baba da oğlunu kendi fotokopisi yapma hevesinde değilse böylesi baba oğul ilişkilerinin çocukları iyi erkekler olur. Babasıyla onaylandığı, sevildiği bir ilişki yaşayan kız çocukları ise genç bir kadına dönüştüklerinde kendine güvenleri ayarında olur ve bir erkek tarafından sevilmekle ilgili endişeleri de azalır.

Peki kız ya da erkek çocuğuyla bu şekilde sağlıklı bir baba evlat ilişkisi kurulmazsa ne olur? Özer cevabı çok net veriyor: ”Babalık dış dünyayı, iktidarı koruyup kollamayı temsil ettiği için babaları tarafından sakatlanmış çocuklar üzgün olur, kızgın olur ama en çok ve neredeyse daima endişeli olur. Bitmeyen ve niye olduğu anlaşılamayan endişe, elbise gibi giyilir ve her an kötü bir şey olabilir tonlamasında yaşanır.”

Her Zaman Bir Şansımız Daha Var!

Evlatlarımız kaç yaşında olursa olsun ilişkimizi tamir etmek için hâlâ şansımız var. İşe öncelikle babalığın da öğrenilmesi gereken, dünyaya bilerek gelmediğimiz bir süreç olduğunu kabullenmekle başlamak gerek. ”Biz nasıl olduysak bir şekilde evlatlarımız da olur gider.” rahatlığından vazgeçeceğiz sonra. Kendi babalarımıza gayretlerinden ötürü teşekkür edeceğiz. Ama iyi niyetin her yerde olduğu gibi babalıkta da tek başına yeterli olmadığının bilincinde olacağız. Onların güzel taraflarını alıp yaşatırken, yanlışlarını sırf onlarla bağımızı kopartırız endişesiyle devam ettirmeyeceğiz. Babalık serüvenimize, öğrendiklerimizin ve acı tatlı tecrübelerimizin süzgecinde kendi imzamızı atacağız.

Baba evlat ilişkisinin çift şeritli bir yol olduğunu, biz evladımızı maddi manevi etkilerken, aslında onun da bizi nasıl dönüştürdüğünü idrak edeceğiz. Biz onu yetiştirmeye çalışırken, onun da bize eksik yanlarımızı, sınırlarımızı, gücümüzü fark ettirdiğini, hatta bizi tamamladığını aklımızdan hiç çıkarmayacağız. Kendimize de evladımıza da duygularını yaşamak için izin vereceğiz. Kamçılayarak değil; ”Haydi yapabilirsin!” diyerek motive edeceğiz. Kendimiz önce yetişkin bir adam gibi hareket edip, ondan da ileride daha olgun ve güzel bir insan olmasını bekleyeceğiz. Tabi bunun için önce çocukluğunun hakkını verdireceğiz. Hem bedenen hem ruhen onun hayatında var olacağız. Babaların en güzeline benzemek için canla başla mücadele edeceğiz. Emanetin ve sorumluluğunun bilincinde, ailede figüran değil başrol oyuncusu olduğumuzun farkında olacağız. Çocuğumuzun güvendiği dağ, beslendiği bağ, yaş aldığı çağ olacak; ama geleceğine giden yolda acı hatıralarla takıldığı ağ olmayacağız.

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar