Evliliğin Ölümü!

Medeni bir şekilde evliliklerini yürütemeyen insanlar, medeni bir şekilde boşanmayı ve ilişkilerini çocuklarının annesi babası sıfatıyla devam ettirmeyi başarabilir mi?

Elif Nesibe Temiz

Bir “Evet!”le başlar hikâye, başka bir “Evet!”le son bulur! Birinde heyecan, aşk ve korkudan kalbi atar insanın; diğerinde öfkeden, acıdan, kaygıdan yüreği sızlar. İlk evetin coşkusuyla kurulan yuva, boğaza düğümlenen ikinci evetle son bulur. İster haklı sebeplerle ister sudan bahanelerle gerçekleşsin, karı-koca ilişkisinin ölümüdür boşanma ve her ölüm gibi kendi yasını getirir ardından!

Yaşanan negatif duygular, ortak çocukların olmadığı evliliklerin bitiminde daha rahat aşılabilir. Fakat arada çocuk/lar varsa bu, çiftlerin ilişkilerini “eski eş” ve “anne” “baba” etiketleri altında devam ettirmelerini gerektirir. “Eşlik”ten istifa etseniz de “ebeveyn” olmaya devam edersiniz. Bu durum çoğu kez, “Madem tamamen ayrılamıyorum; o hâlde çocuklarım için devam mı etmeliyim?” sorusunu akla getirir. Çocuk/lar için evlenilmediği gibi, boşanma yahut devam etme kararı da çocuk/lar için verilmemelidir. Bencil olmadan, kişisel duygu ve dürtülere kapılmadan, çocukları da düşünerek süreci yönetmek başka; “Çocuk için evlendim!”, “Çocuk/lar için ayrıldım!” ya da “Mutsuz da olsam devam ediyorum.” gibi cümleler kurmak başkadır. Zira sadece çocuk/lar için karar almak, o kararın sorumluğunu onların omuzlarına yüklemekle de neticelenebilir.

Peki, medeni bir şekilde evliliği yürütemeyen insanlar, medeni bir şekilde boşanmayı ve ilişkilerini çocuklarının anne-babası sıfatıyla devam ettirmeyi nasıl başarabilir?

Bu dosyamızda evli çiftleri boşanma sürecine götüren faktörleri; ayrılığın anlam ve bedelini; eşlerin ve çocukların boşanma öncesi, sırası ve sonrasındaki durumlarını ele almaya çalışacağız. Bundan önce “Ben Seni/Beni Hiç Tanımamışım!” başlığıyla giriş yaptığımız, “Çatışsak da Beraberiz!” dosyasıyla devam ettiğimiz ve evliliğin temel döngülerini mercek altına aldığımız kapak dosyalarımızı, her ne kadar üzücü de olsa, boşanma dosyasıyla noktalayacağız.

Tehlike Çanları

Evlilik ve boşanma terapisti John Gottman, ilişkileri bitiren “mahşerin dört atlısı”nı şöyle sıralıyor: Eleştiri, hor görme, kendini savunma ve araya duvar örme! Yazık ki çiftler bu sinyalleri görseler de genellikle yardım aramaya, başları belaya girdikten sonra başlıyor. Hâlbuki sorunun başlangıcını çiftlerin birbirlerine söylediği sözlerde, onarma girişimlerinin başarısızlığında, dolup taşma gibi fizyolojik tepkilerinde görebiliriz.

Her şeye rağmen dibe vurmak üzere olan bir evlilik bile, doğru yardımla yeniden canlandırılabilir. Evlilikler sadece çaba göstermemekle değil; doğru çabayı, doğru yer, zaman ve şekilde göster(e)memekle yıkılır.

Redd-i Miras Değil Sedd-i Miras

Kaliteli çaba, ilişkinin de bir ruhu olduğuna ve onun yaralarının da sarılması gerektiğine inanmakla başlar. Nasıl hidrojen ve oksijenin birleşimiyle oluşan su, onlardan bağımsız yeni bir maddedir; aynen öyle de kökünü kadın ve erkekten alan ilişki de her iki bireyin özelliklerini taşıyan ama farklılıkları da olan yeni bir renktir. Elbette bu renk, bireylerin geçmişinden, ailesinden, travmalarından izler taşır. Sır, çiftlerin yeni kurdukları bu hayatta geçmişin uzantısını mı yaşayacaklarında; yoksa kendi boşluklarını, yaralarını fark edip bunların negatif etkilerinden uzak, yeni ve orijinal bir hikâye mi yazacaklarında saklıdır.

Elbette her çiftin duygusal bir mirası mevcut. Bunlardan olumsuz tepkimeye sebep olanları, pirinçteki taşlar gibi özenle ayıklayabilmek; pozitif katkı sağlayanları da itina ile çoğaltmak gerek! Tabi bunu mazisinin, heybesinde yeni yuvasına getirdiklerinin bilincinde ve gerektiğinde onlara set çekebilen bir birey yapabilir ancak.

Nasıl evlilik içi çatışmalarda haklılık mutluluk getirmiyorsa boşanma sırasında da karşı tarafı suçlamak, insanı yaşayacaklarının etkisinden kurtarmıyor.

Duygusal sorumluluk mekanizması gelişmemiş bireyler, ne evlilik öncesi kendilerini tanıyabiliyor ne de neyi isteyip neyi istemediklerine karar verebiliyorlar. Bu tipler, evlilik boyunca onarım süreçlerine verimli bir biçimde dahil olamıyorlar. Boşanma aşamasına gelindiğinde her ne kadar “Çocukları önceliyoruz.” deseler de eşlerini suçlamaktan vazgeçemiyorlar.

Bardağın yeterince dolu başladığı bir evlilikte; eski yaraların açılmasına sebep olan tanıdık her davranış, hak ettiğinden çok daha fazla bir tepkiye yol açıyor. Gel gör ki, evlilik içi çatışmalarda haklılığın mutluluk getirmemesi gibi boşanma sürecinde karşı tarafı suçlamak da insanı yaşayacaklarının etkisinden kurtaramıyor.

Psikolog Tülay Kök, ister rüya gibi, ister deneyelim görelim diye başlasın, her ilişkinin zaman içinde doğacak sorunlara gebe olduğu görüşünde. Zamanla yaşanmış ve hâlledilmemiş bu sorunlar birikmeye başlıyor. Nihayet gün geliyor, dolaplara tıkıştırılan bu sorunları koyacak yer bulamıyoruz. İşte boşanmak, dolapları temizlemek yerine; yeni bir dolap almaya kalkışmak gibi.

Hâlbuki sorun çözmeyi öğrenemediğimiz sürece aldığımız yeni dolaplar da aynı hâle gelecek. Gerçek anlamda temizlikse ancak alışkanlıklarımızı ve bakış açımızı değiştirmekle mümkün. Kısacası birikmiş sorunlarımızdan, eşimizin bizde tetiklediği anılarımızdan, dahası hayat arkadaşımızın sebep olduğu yeni yara ve kırgınlıklardan boşanarak kurtulamayız! Hayat benzer soruları eşimiz üzerinden değil de başka bir kaynakla bize tekrar yönelttiğinde yine yanlış cevaplar veririz. İdeal olan, günah keçisi aramak yerine; evliliğin hesabını, Alman usulü, herkesin kendi tükettiğini ödediği bir hakkaniyette gerçekleştirmek.

Tülay Kök’ evliliğin içine koymadığımız hiçbir şeyi evlilikten beklememiz gerektiğinin de altını çiziyor. Çünkü evlilik, isteklerimizi veren sihirli bir kutu değil; aksine, tarafımızdan doldurulmayı bekleyen boş bir kutu. İki taraf da o kutuya bir şeyler koyarsa kutudan ikisinin koyduklarından daha büyük bir şey çıkabilir. Zaten tenin tene değil; canın cana değdiği ilişkiler kendiliğinden oluşmaz; sabır, emek ve zamanla tesis edilir. İdeal aşk bizi bulmaz belki; ama mucize beklemekten vazgeçip ideal bir duruş ve alın teriyle biz o aşkı oluşturabiliriz.

İnsan Neden Boşanır?

Aslında bu sorunun cevabı, ‘’İnsan neden evlenir?” sorusunda saklı. Aile ve İlişki Danışmanı Serhat Yabancı bu durumu, “İnsan çocukken hangi rolü sürdürmeyi öğrendiyse yetişkinliğinde o rolü destekleyecek kişileri çekici bulur.” diyerek açıklıyor. Kısacası kişi, aşina olduğuna çekiliyor mıknatıs gibi. Ama o aşinalık cazibesini yitirip acıtmaya başladığında kişi de feryat etmeye başlıyor. Bu sebeple insanın kök ailesi, çevresi ve yaşanmışlıkları dolayısıyla oluşturduğu şemasının farkında olması çok önemli! Şemaya, retinamızın önündeki psikolojik filtre diyebiliriz. Dünyayı, insanları; dolayısıyla ilişkilerimizi o filtre perspektifiyle değerlendiririz. Haklılık, bağımlılık, başarısızlık, aşırı sorumluluk, karamsarlık, vb. şemalar, bir şekilde yaşadığımız ya da şahit olduğumuz olayları belli açıdan yorumlamamıza sebep olur. Bizler de hayat boyu şemamızı devam ettirecek insanlarla birlikte olmayı seçeriz.

Örneğin haklılık şemamız varsa, muhtemelen suçluluk şeması olup her yaptığında hata arayan bir karakter daha çok ilgimizi çekecektir. Bu durum önceleri “alan razı, veren razı” dedirtse de bir süre sonra doz aşımı sebebiyle insanı rahatsız eder. Bu noktada farkındalık devreye girer de taraflar, şemalarının kontrolünü ele geçirebilirlerse evlilikteki açmazlar için umut taşıyabiliriz.

Boşanmayı Nasıl Yürütebiliriz?

Evlilik kadar, boşanma da hayatın gerçeği! Nasıl sadece istirahatle, basit ilaç ve tetkiklerle iyileştirilebilecek bir hastalık için bıçak altına yatmak istemeyiz; aynen öyle de doğru iletişimle, zaman ve sabırla, uzman yardımıyla hâlledebileceğimiz sıkıntılarımızı da evliliği bitirerek çözmemeliyiz. Sabır, emek, sınırlara saygı ve sevgiyle bir evliliği sürdürmek elbette kolay değil. Fakat fiziken ve en önemlisi ruhen boşanmak da öyle! Ne bekârlık sultanlık ne evlilik kölelik ne de boşanma özgürlük demek sadece.

Her seçim yanında kendi bedelini getirir. Biz seçimlerimizden, bu seçimler için gösterdiğimiz çabadan ve çaba sarf ederken kendimizin ve karşımızdakinin haklarını ihlal etmemekten sorumluyuz. İlişkiler iki kişilik dans gibidir. Ve dans, birbirinden farklı taraflara giden bir uyumsuzluk gösterisi ya da bir tarafın hareketsiz kaldığı bir birliktelik olamaz! Tam tersine iki tarafın da gayretiyle, müziğe kendini bırakmasıyla, birbirinin ayağına basmamak için uğraşmasıyla, uyumlu adımlar atmasıyla olur.

Köprüden Önceki Son Çıkış

Kanser hücreleri metastaz yaparak vücudun her bölgesini etkilediğinde, hastayı kurtarmak genellikle mümkün olmaz. Benzer şekilde, evlilikte de kalıcı yaraların oluşmasını önlemek için tarafların karşılıklı çaba göstermesi gerekir. Böylelikle ruhun her yanı yaralanmadan önce ilişki sağlıklı bir şekilde sürdürülebilir hâle gelebilir. Birbirlerine karşı olumsuz duygular biriktirmiş çiftlerin, sorunlarına, dışarıdan bir gözün baktığı gibi bakabilmesi çoğu kez mümkün olamaz. Bu sebeple ilişkimize ayna tutabilecek, evliliğimize yansıttığımız geçmiş travmalarımızı fark etmemize yardımcı olabilecek bir terapi sürecinden geçmek oldukça faydalıdır. Terapi derken, terapistin her cümlesinde “Bak sana söylüyor!” diyerek birbirini işaret eden ve hiçbir kusurun kabullenilmediği bir atışmadan bahsetmiyoruz elbette. Psikolog Tülay Kök, aile terapisi alma konusunda daha istekli olanların çoğunlukla kadınlar olduğunu söylüyor. Çiftlerden biri sadece diğeri istediği için ya da eşinin kusurlarını terapist aracılığıyla fark etmesi ve sadece onun değişmesi için geliyorsa terapi genelde işe yaramıyor.

Sabırla, emekle bir evliliği sürdürmek elbette kolay değil! Ancak boşanmak da öyle. Ne bekârlık sultanlık ne evlilik kölelik ne de boşanma özgürlük demek sadece!

Terapi konusunda bir diğer ironi de çiftlerin boşanma sırası ve sonrası maddi-manevi faturaları göze alabilmişken, terapiye ödeyecekleri parayı, verecekleri zamanı, kendileriyle yüzleşirken yaşayacakları zorlukları göze alamamaları. Evliliği daha kaliteli bir hâle getirebilecek bir bedelden korkmak, insanın yaşadığı tuhaf bir ikilem.

Yardım alma konusundaki bir diğer çekince de mahrem sırların açığa çıkması. Arkadaş ve aile ortamında, dedikodu formatında konuşmaktan çekinilmeyen meseleler, her nedense bir uzmandan saklanmaya çalışılıyor. Elbette yardım almak, bunun kararını vermek kolay değil; ama almamanın sonuçları çok daha ağır olabiliyor. Malesef, “Şimdi ayrılalım da olmazsa tekrar barışırız.” denemiyor. Hatta dinen boşandığınız karınızla yeniden evlenmeniz, onun ancak başka bir erkekle gerçek bir evlilik yapması ve ondan da boşanması hâlinde mümkün oluyor.

Zarar Bana Dokundu

Bazen çabamız, istediğimiz gibi ömür boyu süren huzurlu bir yuva sonucuna götürmeyebilir bizi. Hatta bazen götürmemelidir de! Hataları telafi etmeye çalışmak kadar; olmayacak duaya âmin dememek, Hz. Eyüp’ün (as) deyimiyle “zarar bana dokundu” noktasını fark etmek de bir erdem. Bağlı değil de bağımlı bir ilişki kurmak, kurban rolünü benimseyip mağduriyete yapışmak bizi nefsine zulmeden ya da zulmedilmesine izin veren bir konumda bırakabilir. Kendini sadece eşi üzerinden tanımlayan, aslında o olmasa bir değerinin olmayacağına inanan, konfor alanından çıkma cesaretini gösteremeyen, değersizlik ve suçluluk kuyusundan çıkamayan insanlar, zamanla evliliği kürek mahkumluğu gibi algılamaya başlayabiliyor.

Boşanmanın da Hakkını Vermeli

Nasıl son ana kadar evliliğin hakkını vermeye çalıştığımız gibi, boşanmanın da hak ve hukukunu gözeten insanlar olmaya çabalamalıyız. Bu gayret, muhatabı ya hep ya hiç kuyusuna atmadan, evlilikte kendi payına düşen hatalarının farkında, yeni hayatını eskinin dedikodusuyla harcamayacak kadar akıllı adımlar atma şeklinde kendini gösterir. Özellikle ortak çocuklar varsa şunu unutmamak gerekir: Boşanma onlar için her hâlükârda zor! Bu zorluğa bir de ebeveynlerinin ayrılsalar da bir türlü bitiremedikleri çatışmaları eklenirse, onları yaşlarından ve hak ettiklerinden çok daha büyük bir yükün altında bırakma tehlikesi doğar. Virginia Üniversitesi psikoloji profesörlerinden Dr. Robert E. Emery, en olgun çift için bile ayrılık sürecinin duygusal anlamda Pandora’nın kutusunu açacağı görüşünde: “Boşanma sırasında duygular çok hassas olur. En gerçekçi ebeveynler bile kendilerini daha önce yapmadığı, hatta ‘Asla yapmam!’ dediği şeyleri yapan, söylemediklerini söyleyen bir hâlde bulurlar.”

Eşler boşansalar da çocuklarının “çocuk” kalabilmeleri için yetişkin gibi davranmaları ve yaşadıklarının sebep ve sonuçlarıyla farkında olmaları gerekir. Aksi takdirde evlatlarını yaşlarından çok daha büyük bir yükün altında bırakabilirler.

Her bireyin evlenme motivasyonu gibi boşanma nedenleri de birbirinden farklıdır. Ayrılık hikâyelerinin ortak noktaları olsa da aslında büyük ölçüde birbirlerininkini tutmaz. Ortak olan nokta şudur: Taraflar kendilerini frenlemezlerse faturayı eski eşlerini suçlama, kurban rolünü oynama ve benzeri sorumluluk azaltıcı faktörlere kesebilir.

Yası Kabullenmek

Her kayıp gibi boşanma da yas sürecini beraberinde getirir. Psikiyatrist Dr. Elisabeth Kübbler-Ross’un modellemesiyle yas süreci genelde öfke, reddetme, pazarlık, depresyon ve kabul sıralamasıyla devam eder. Fakat Emery’ye göre boşanmadaki durum biraz daha farklı. Zira çocuklar sebebiyle kadın ve erkek arasında yüzde yüz bir ayrılık gerçekleşemiyor. Emery, ayrılıktaki yas sürecinin aşk, öfke ve üzüntü sıralamasıyla ilerlediğinin, aynı zamanda pek çok kez bu duyguların karma bir biçimde yaşandığının da altını çiziyor. Duygumuz her ne olursa olsun; onu, neden hissettiğimizin bilinciyle ve hiç kimseye zarar vermeden yaşamamız gerekiyor. Eski yaraları sarmadan yeni bir evlilik arayışına girmenin; hele bunu eski eşe inat olsun diye yapmanın sağlıksız olduğu tartışılmaz bir gerçek! Zira bu durum da biten ilişkinin tüm sorumluluğunu karşı tarafa yüklediğimizin ve duygusal anlamda yetkin olmadığımızın bir göstergesi.

Yası, hakkıyla yaşayabilmek de çocukları en zararsız şekilde bu süreçten geçirebilmek de ilişkideki sorumluluğumuzu üstlenmekle doğru orantılı. Bu, geçmişten ders alıp geleceğe yatırım yapmak gibi aslında!
Hâlâ Aileyiz

“Ayrılmayı isteyen taraf mıyım, yoksa buna mecbur kalan mı?” ayrımı, yas sürecinin süresi ve kalitesi üzerinde oldukça etkili. Zira Emery, boşanan çiftlerin çok azının ayrılığı aynı ölçüde arzu ettiğine dikkat çekiyor. Ama ister giden ister bırakılan olalım, bize “anne” ya da “baba” diyen birileri var olduğu müddetçe görev başındayız demektir. Emery bu durumu “Kabul etmesi zor olsa da boşanmış aileler, hâlâ ailelerdir.” diyerek açıklıyor. Ona göre arkadaş olmak zorunda değiliz. Fakat iş birliği içinde olabileceğimiz yeni bir ilişki formu inşa etmek zorundayız. Bu, asla duygularımızı yok saymak ya da sadece ebeveynlikle görevli bir robot gibi yaşamak anlamına gelmiyor. Her konuda olduğu gibi hayatımızın bu yeni evresinde de bir denge tutturmak mecburiyetindeyiz. Psikoterapist Contance Ahrons, bu dengeyi “dürbün aile” terimiyle açıklıyor.

Ahrons’a göre iyi boşanma, iki ayrı eve sahip tek bir ailenin ortaya çıkması demek. Contance, ayrılan çiftleri beş kategoriye ayırıyor: Mükemmel dost, kooperatif meslektaş, kızgın ortak, ateşli düşman ve ayrışmış ikili.

Eşlikten Ortaklığa

İlişki sonrası hasar raporu da yaralarımızın tamiri adına oldukça mühim. Sonrası ailemiz içerisinde yeni ve verimli sınırların inşası. Başlarda bu yeni yapılanma ve adaptasyon zor gelse de zamanla taşlar yerine oturmaya başlıyor. Emery, çocukları bir “iş” ve eski eşleri de “ebeveynlikte iş ortağı” olarak betimliyor. Bu sebeple de yeni kurulan sınırlar çerçevesinde anne-babanın kooperatif, seviyeli, nazik, yapılandırılmış, sınırlı ve meseleyi şahsileştirmeyen bir ilişkisinin olması gerektiğini vurguluyor. Fakat çiftlerin birçoğu uyumlu boşanma yerine, mesafeli ya da öfkeli boşanma yöntemini seçiyor.

Mesafeli boşanmada eski eşler en azından birbirlerine düşman olmayıp mecburiyet dahilinde bir araya gelirken, öfkeli ayrılıklarda bireyler hem kendilerine hem eski eşlerine hem de çocuklarına ne kadar üzgün, yaralı ve sinirli olduklarını unutturmama gayreti içinde oluyorlar. Bu tip ayrılıklarda, karşılıklı yanlışlar daha çok yapılırken, suçlayıcı tavır ve üslup hakim oluyor.

Kusursuz Boşanma Yok!

Kusursuz, acısız ve bedelsiz bir boşanma olmayacağını kabullenmek, galiba yaralarımızı saran en büyük ilaç ayrılık sürecinde. Kimse bir evliliğe bitsin diye başlamaz elbette. Ama yuvanın hakkını vermemek, aileye sahip çıkmamak, maddi manevi sorumluluklardan kaçmak, sadakat göstermemek, şiddet ve öfkeye maruz bırakmak da ilişkimiz yürüsün diye değil adeta bitsin diye çabalamak değil midir? Taşındığı evde her an gidebilirim düşüncesiyle kolileri açıp yerleştirmemek gibi, her canı sıkıldığında ayrılacağını dile getirmek nasıl bir uçsa; her türlü eziyete katlanıp sırf yuvam dağılmasın diye nefsine zulmetmek de bambaşka bir uç.

Ne evlilik müebbet hapis ne de boşanma ondan tahliye olup özgürlüğe kavuşmak! Bir ilişkinin başlangıcı ve gelişmesi nasıl biricikse sonu ve ayrılığı da bir o kadar biricik. Başkasının yargıları, kınaması, ikna zorunluluğu, dışlaması boşanmış bir çift ve onların çocuklarının en son ihtiyaç duyduğu şey! En yakınlarımızın kararlarına bile hükmetmeye hakkımız yokken, sadece “tanış” olduklarımızın hayatlarını yorumlamaya kalkmamalıyız. Mükemmel evlilik olmadığı gibi mükemmel boşanma da yok ne yazık ki! Mühim olan bu süreci hem kendimize, hem eski eşimize hem de evlatlarımıza mümkün olan en şefkatli, olgun ve farkındalıklı boyutta yaşatabilmek. Aksi takdirde eski eşler hesap kavgası yaparken faturayı geleceğinden ödeyen hep çocuklar olur!

Çocukları için evli kalan ya da ayrılmayı seçen çiftler dahi yaşadıkları öfke ve acının hesabını tutabiliyor. Hatta duygularını regüle edemezlerse kontrolü kaybedip çocukları üzerinden geçmişin intikamını almaya kalkışabiliyor.
Aile Terapisine giden Eşlerin Bilmesi Gerekenler:
  • Bu evlilikte başıma gelen her şeyden ben de sorumluyum.
  • Ben değişmezsem sistem de değişmez.
  • Bu evliliğin kurbanı ya da mağduru değilim.
  • Yaşadıklarımda benim payıma düşen yüzde bir bile olsa o yüzde bir için bir şeyler yapabilirim.
  • Kimin haklı olduğunun önemi yok.
  • Suçlu yoktur, döngü vardır. Bu döngüyü durdurmak için birinin ilk adımı atması gerekir.
  • İlk adımı atmak suçu kabul etmek anlamına gelmez.
  • Karşımda duran eşim. Biz aynı taraftayız. O kazanırsa ben de kazınırım, o kaybederse ben de yenilirim. (Psikolog Tülay Kök)
Boşanmış Ailelerde Çocuk Hakları Beyannamesi:
  • Suçlu ve onaylanmamış hissettirilmeden her iki ebeveyn tarafından sevilme hakkı.
  • Ebeveynlerinin birbirlerine duydukları öfkeden korunma hakkı.
  • Ebeveynlerinin çatışmalarının ortasında kalma, taraf seçme, mesaj taşıma, şikâyet dinlemeden uzak tutulma hakkı.
  • Ebeveynlerinden birini diğerine tercih etmek zorunda bırakılmama hakkı.
  • Anne-babasının duygusal problemlerinin yükünden sorumlu olmama hakkı.
  • Ebeveynlerden birinin evlenmesi ya da taşınması gibi hayatına etki edecek durumları bilme hakkı.
  • Finansal olarak desteklenme hakkı.
  • Anne ve babasının yanında duygularını hissetme, gösterme ve ifade etme hakkı.
  • Boşanma öncesi hayat şartlarına mümkün olan en yakın biçimde yaşama hakkı.
  • Çocuk olma hakkı. (Robert E. Emery)

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar