İçimizde bir ses, “Aslında öyle olmamalı.” diyor bu soruya. Baba ayrı, müstakil, biricik. Apayrı bir bahis, kendi başına! Gelgelelim, içimizdeki ses öyle dese de pratikte çoğu zaman “anne-baba” ikilemesi içinde, ikincil öge olarak geçiyor baba. Babalar gününün ihdası da öyle olmuş aslına bakarsanız. İlk kez 1910 yılında kutlanmış. Babasına hayran bir kız önayak olmuş kutlamaya. Babası, altı çocuğunu tek başına büyütmüş ve böyle bir kutlamayı hak ediyormuş çünkü. Bizdeki kalıp ifadeyle “hem ana hem baba” olmuş çocuklarına.
Kalıp ifadeye dikkat ettiniz mi? Yine önce ana, sonra baba geliyor. Esas olan ana, tamamlayıcı unsur baba sanki. O vefalı kız da biraz farkında bunun. Çünkü “anneler günü” gibi bir “babalar günü” olsun istemiş. “mayıs”ta anneler, “haziran”da babalar… Ama haziran, o özverili babanın doğduğu aymış bir de!
Hadislerde Anne Önde
Bunda garipsenecek bir durum yok. Hadislerde de önce anne hakkının geldiği vurgulanıyor zaten. İyilik yapmaya en layık kişi, hakkı ödenemeyecek en birinci insan anne. Baba, ondan sonra geliyor. Ama tahiyyatta yaptığımız dua başta olmak üzere birçok ayet ve hadiste “anne-baba” ifadesi “valideyn” şeklinde; bir bütün olarak, biri öncelenmeden geçiyor. İki “valid” ya da “iki valide”, önceliksiz olarak anne ve baba.
Baba Bedduasından Sakın
Yalnız bir hadisten hareketle, babanın bedduasının anneninkine göre daha çok kabul edildiği, bu konuda hassas olmak gerektiği konusunda bizleri uyarmış âlimler. Bu hadiste şöyle deniyor. “Üç dua (ve beddua) vardır ki bunlar şüphesiz kabul edilir. Mazlumun (zalim hakkındaki) duası/bedduası, misafirin (ev sahibi için yaptığı) duası ve babanın evladına duası.” Aslında hadisin orijinal metninde “dua” deniyor sadece. Ancak hadisin şarihleri, bu duaların hem dua hem de beddua anlamına geldiğinin altını çizmişler. Dua aslında hem olumlu hem olumsuz içerikli olabilecekken Türkçede daha çok hayır dua için kullanılıyor, ondan olmalı.
Baba Hakkı Dağdan Ağırdır!
Babalarımıza ne kadar iyilik etsek ne kadar hürmetli davransak da üzerimizdeki haklarını ödeyemeyiz. Peygamber Efendimiz yine bir başka hadislerinde bunun ancak bir insanın babasını köle olarak bulup, daha sonra onu satın alıp hürriyetine kavuşturmasıyla mümkün olabileceğini ifade etmiştir. Yine baba hakkı ve babaya saygıyla ilgili rivayet edilen şu olay da oldukça ilginçtir:
Hazreti Ömer’in oğlu Abdullah bir gün arkadaşlarıyla Mekke’ye doğru giderken yolda bir bedeviyle karşılaşır, selamlaşır, bineğine bindirir, sonra çıkarıp başındaki sarığı hediye eder. Arkadaşları ona bu kadar iltifatın, ikramın fazla olduğunu söylerler. Adamı çok daha az ikramla da memnun edebilecekken neden böyle davranmış olduğunun hikmetini sorarlar.
Ömer bin Abdullah “Bu adamın babası, babamın dostuydu.” diye cevap verir soruya. Sonra meraklı gözlerle kendisini dinleyen arkadaşlarına Peygember Efendimizden şu hadisi aktarır: “İyiliklerin en iyisi, evladın baba dostlarını ziyaret etmesidir.”
İki Ayet İki Dua
“Ey Rabbimiz! Beni, annemi, babamı ve bütün müminleri kıyamet günü affeyle!”(İbrahim Sûresi, 14/41)
…Nihayet insan, gücünü kuvvetini bulup daha sonra kırk yaşına girince “Ya Rabbî!” der. “Gerek bana gerek anneme babama lütfettiğin nimetlerine şükür yoluna beni sevk et. Senin razı olacağın makbul ve güzel iş yapmaya beni yönelt ve bana salih, dine bağlı, makbul nesil nasip eyle! Rabbim! Senin kapına döndüm, ben sana teslim olanlardanım.”(Ahkaf Sûresi, 46/15)
NOT DEFTERİ
Oğullarıyla Sınanan Peygamberler
Kur’an-ı Kerim’de merhametli, evladıyla sınanan babalar olarak anlatılan peygamberler vardır. Bunlardan biri Hazreti İbrahim’dir. Ciğerparesini önce kurban etmekle, sonra da kimsenin olmadığı bir yere bırakıp dönmekle imtihan edilmiştir. Hazreti Nuh, kendisine inanmayan oğlunun sular içinde kalıp boğulmasını izlemek zorunda kalmıştır.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’deki en ayrıntılı ve uzun kıssa, Hazreti Yakup’un uzun yıllar oğlunun hasretiyle yanıp tutuşmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de, Hazreti Yusuf’un hayatının anlatıldığı bu kıssanın, en güzel kıssa olduğu belirtilmektedir. Bu kıssa aynı zamanda en güzel baba oğul anlatısıdır.
Kur’an’ın bize tanıttığı baba oğul peygamberlerden Hazreti Zekeriyyâ ve oğlu Hazreti Yahya’nın hayatları ise trajik şekilde sona ermiştir.
Yirminci Yüzyılın Modern Efsane Anlatıcısı:Cengiz Aytmatov
Cengiz Aytmatov çoğumuzun en az birkaç eserini okuduğu, dünyaca meşhur bir yazar. İlk hangi kitabını okudun ya da en çok hangi kahramanını sevdin desek her birimizden farklı cevaplar alırız kuşkusuz.
Aytmatov’un roman ve hikâyelerinde bozkırlar, dağlar, sert bir coğrafya ve o coğrafyanın izlerini yüzlerinde, kalplerinde taşıyan kahramanlar vardır. Dayanıklı, sabırlı, bazen biraz delişmen bazen hüzünlü insanlar; çilekeş, tabiata ve insanlara bir şekilde katlanmaya çalışan atlar, kurtlar, kuşlar, tilkiler…
Efsane ve Güncel:
Anlatının çözgüsü Evrensel konular işlenir Aytmatov’un eserlerinde, bir manasçının uzun uzun teatral bir üslupla destanını anlatması gibi sayfalar boyunca insan psikolojisinden tarihe, sosyolojiye; oradan çevre sorunlarına, felsefi problemlere kadar hemen her konuya değinen bir kalemle karşılaşırız. Gerçek hayatlar anlatılırken bir gölge gibi o hayatlarla paralel ilerleyen efsaneler, masallar eşlik eder bozkırda, sonsuz kum tepeleri arasında yapılan yürüyüşe.
“Beyaz Gemi”nin küçük çocuğunun saygıyla içinde büyüttüğü kutsal Maral Ana’nın birgün sofraya acımasızca avlanmış bir geyik olarak konduğunu görürüz. Mankurt sadece Kuttubayev’in derlediği efsanelerde yaşayan bir kahraman olmaktan çıkar “Gün Olur Asra Bedel”de. Çilekeş bozkır halkının evlatları arasında da azımsanmayacak sayıda mankurtlaşmış insan vardır. Yine mesela Gülsarı bir at mı sadece, şüpheye düşersiniz bazen; Akbar, Taşçaynar sadece kurt mu? Yoksa coğrafyaların kaderi, bir dönemin hikâyesi mi?
Aydın Baba, Masalcı Nine
Aytmatov, 1928’de Bişkek’e bağlı Şeker Köyü’nde doğar. Anne-babası zamanın aydınları arasındadır. Babası, Stalin’in aydınları hedef alan kıyımının kurbanlarından biri olur 37’de. Dört kardeşi, anneleri büyütür. Cengiz, dede evindedir artık. Gündüz okula gider, gece babaannesi anlatır da anlatır… İlerde eserlerini süsleyecek ninnilerle, masallarla, efsanelerle beslenir körpe dimağı.
Dünya savaşı başlamıştır bu arada ve cephedeki savaş kadar zorlu bir savaşın içindedir cephe gerisi. Açlıkla mücadele ve hayatta kalma savaşıdır bu. Kolhozda çalışır, okuma yazma bildiği için sekreterlik yapar. Okulu bitirince önce ön lisans seviyesinde Kazakistan’da eğitim alır; daha sonra Kırgızistan’da eğitimini tamamlayarak veteriner olur.
Edebiyat Dünyasında
Bu yıllarda önce bazı hikâyeleri Pravda’da; “Cemile” de 1958’de Novıy Mir dergisinde yayımlanır. Eser büyük ilgi görür. Aytmatov’a esas şöhreti getirecek olan ise Louis Aragon’un bu uzun hikâyeyi beğenip Fransızcaya çevirmesi, yazdığı önsözde Cemile’nin “dünyanın en güzel aşk hikâyesi” olduğunu söylemesidir. Aytmatov, artık edebiyat dünyasının tanınmış bir simasıdır. Kruşçev dönemi başlamıştır üstelik ve Stalin döneminde kara listeye girenleri görece serbest bir dönem bekliyordur.
Bu yıllarda bir yandan birbirinden güzel romanlar ve hikâyeler kaleme alan yazar bir yandan da idari ve siyasi görevler üstleniyor, ülkesini yurtdışında temsil ediyordur. Eserleri yüz elliden fazla dile çevrilir.
Aytmatov, iş seyahatinde rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldığı ve Almanya’da vefat ettiğinde takvimler 9 Haziran 2008’ü gösterir.