Aile Kurmak Mı, Aile Olmak Mı?

Aileyi, sadece nikâhla kurulan bir kurumdan öteye taşıyıp sevgi ve saygının yeşerdiği bir yuvaya dönüştürmek için değişim şart. Kendi gelişimimize odaklanarak, hem kendimizi hem de ailemizi daha iyi bir noktaya getirmek mümkün.

Elif Nesibe Temiz

Bir şirket kurduk, adını koyduk, logosunu, hatta ürünlerini bile hazırladık diyelim. İşimiz burada biter mi? Kurduktan sonra “Bu şirketi nasıl geliştirebilir, daha iyi bir hâle getirebilir, kâr ettirebilirim?” diye düşünmemiz gerekmez mi? Zira düşünmez ve gayret göstermezsek günün sonunda gelir elde edemediği için yıkılabilir hayallerimiz. Aileyi de manevi bir şirket olarak düşünürsek; onu da sadece nikâh yoluyla oluşan ve soyadıyla anılan bir kurum olmaktan çıkarmak, içerisinde sevgi ve saygının yeşerdiği bir yuvaya dönüştürmek mümkün. Yeter ki biz aile kurmaktan ziyade aile olmaya odaklanabilelim. İmzamızı sadece evlenmek için nikâh defterine değil; aslında eşimiz, olacaksa çocuklarımız, ama en önemlisi kendimiz için değişip dönüşmeye atalım.

Sen Değiş Ki Ailen De Değişsin!

Yaratılış itibariyle olumlu yönde gelişim ve değişimi istemek üzere programlanmış varlıklarız. Kulluk mantalitemiz de tamamen insanın kendinden daha üst modelini çıkarması üzerine kurulu. Bu anlayışa göre “evli biz”in, “bekâr biz”den daha iyi bir versiyon olması gerek. Akıllı telefonunu bile üst modeliyle değiştirmek için mağaza önlerinde sıra bekleyen insan, neden kendinden daha kâmil bir âdem çıkarmak istemesin ki? Kendimizden daha iyi bir “ben” çıkarmanın yuva içindeki formülü çok basit aslında: Sen değiş ki ailen değişsin! Genelde insanlar karşısındakine yani değiştiremeyeceğine odaklanır. Ancak bakışı kendine çevirmeyle başlıyor her şey.

Aile uzmanı ve eğitmen Stephen R. Covey, “Başarılı Ailelerin Yedi Özelliği” başlığı altında bu dönüşümün basamaklarını ve süreç esnasında dikkat edilmesi gerekenleri tek tek anlatıyor. Covey’e göre bu yedi özelliği eş ve ebeveyn ilişkisine yerleştirebilmiş kişiler, ailedeki en büyük başarıyı yani huzuru yakalayabiliyor. Gelin, bu yazması ve söylemesi kolay, uygulaması ise nispeten zor ama mümkün maddelere yakından göz atalım.

Figüranlıktan Başrole Geçiş Mümkün

Mutlu ailelerde kişiler, ilişkinin öznesidir. Özne olmak, sorumluluk almak demektir. Yaşananlardan sadece etkilenmeyi değil, onu bizzat gerçekleştiren olmayı seçmektir. Bu tarz insanlar, kurdukları cümlelerde etken fiiller kullanır.
Olumlu olumsuz ayırmadan sorumluluk alır, edilgenliği tercih etmezler. Gerektiği zaman fikirlerini ortaya koyabilir ve onların arkasında durabilirler. Kendi hayatlarının başrolünde olduklarının her zaman farkındadırlar. Başkasına göre reaksiyon göstermeyi değil, aksiyon almayı önemserler.

Gerçekten Onun Yüzünden Mi?

Tercihlerimiz, hayatta ne kadar etken olduğumuzu gösterir. İkili ilişkilerimizde “Senin yüzünden…” ile başlayan cümleleri sık kuruyorsak bu, kendi irademizi küçümsemek anlamına gelir. Böyle yaparak davranışlarımızın bir başkası tarafından yönetilebilir olduğunu kabul etmiş, seçme hakkımızı reddetmiş oluruz. Hâlbuki bu hak, bizzat Allah tarafından hepimize verilmiş bir özgürlük ve güç. Yaptığımız her seçim, hayat döngüsünde nereye gideceğimizi belirleyen yer işaretleri âdeta. Tabii vicdan süzgecini doğru kullanmak, gerekli tedbirleri alarak yola devam etmek bu noktada çok önemli.

Duygusal Termitler Umudu Yer

Ahşabı içten kemirip yiyen termitler gibi bizim de duygusal olarak yanlış davranışlarımız, birbirimizi olumsuz yönlendirmelerimiz; kimliğimizi, aramızdaki bağı ve umudumuzu ne yazık ki zedeliyor. Zamanla “Artık bizden bir şey olmaz!” diyebiliyoruz. Eğer huzurlu bir aileye sahip olmayı seçtiysek bunun kendi kendine ya da karşımızdakilerin gayretiyle olmayacağını bilmemiz gerekiyor. Bunu biz yapmak zorundayız.

İşe, hataları kabul etmekle başlamalıyız. Günahını kabul etmeyenin tövbesinin ve dolayısıyla affının mümkün olmaması gibi, insanın da hatalarından kaçması onu ancak daha kusurlu hâle getiriyor. Kabul, olumlu anlamdaki değişim sürecini hızlandıran en önemli faktör. Eşlerin sürekli birbirini suçladığı, kimsenin davranışlarının sorumluluğunu almadığı bir evde yetişen çocuklar, büyüdüklerinde hem kullukta hem de insan ilişkilerinde sorun yaşayabiliyorlar.

Ailenin de Misyonu mu Olurmuş!

Yazının başında aileyi manevi bir şirkete benzetmiştik. İşte her şirketin olduğu gibi aile şirketimizin de bir misyonu olmalı. Kendi doğrularını, yanlışlarını fark etmemiş, 5-10-15 yıl sonra nerede olacağını hedeflememiş, ortak dili olmayan bir aile, rotasız yola çıkan uçak gibi benzini bitene kadar havada tur atıp durur ancak. Bir yere varamaz. Elbette her zaman isteklerimiz uymayabilir, tam ortada buluşamayabiliriz. Önemli olan, ortak hedefi hep beraber belirleyebilmek ve herkesin talebinin gerektiğinde gerçekleşebileceği adaletli bir ortam oluşturabilmek.,

Farklı enstrümanları kullanan fertler, virtüöz dahi olsalar aynı notaları çalmıyorlarsa anlamlı bir müzik icra edemezler. O yüzden ailenin birlikte bir kimlik inşa etmesi çok mühim. Ortak kültürün ve misyonun oluşabilmesi içinse ailenin bir araya gelmesi şart. Fakat maalesef bugün hepimiz hayat gailesiyle çok meşgulüz. Sürekli bir koşuşturma içindeyiz, sanki dünyadaki her şeyi biz düzeltecekmişiz gibi. Yahut küçük dünyalarımızı akıllı saydığımız telefonların içine hapsediyoruz. Yakınlarını koruyamayan birinin, daha büyük sorunlara çözüm bulabileceği ironisi ise oldukça ilginç. Hoş, ailemizle güçlü bağlar kurmamız dünyayı kurtarmamıza mâni değil zaten. Ancak işe dış dünyayla başlayanlar ne yazık ki ailelerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya.

Mutlu aileler, sorumluluk alıp hayatlarının öznesi olmayı seçerler. Edilgenlik yerine aksiyon alır, hataları kabul ederek değişimi hızlandırırlar.
Aile Zamanı

Aile misyonu, bütün aile fertlerini bağlayacağı için ortak yapılması gereken bir sözleşmedir. Bu sözleşmenin maddelerini, çocukların da katılacağı ortak zamanlarda belirlemeliyiz. Bu zamanı nasıl ve ne şekilde geçireceğimiz ailemizin özel durumuna ve karakteristik özelliklerine göre değişiklik arz edebilir. Kimi aileler masa başında toplanıp daha kurallı toplantılar yapmayı tercih ederken kimileri yolculuk esnasında sohbet kıvamında aynı kaliteyi yakalayabilir. Önemli olan, motivasyonumuz ve günün sonunda elde ettiğimiz neticenin birbirini tutması. Misyonun doğru şekilde oluşabilmesi ve tüm üyeler tarafından kabul edilebilmesi için belli noktalara dikkat etmekte fayda var:

Herkesin kendini rahat hissedebileceği, vakit darlığı çekilmeyen bir ortam ve zaman ayarlanmalı.
Ailenin bütün bireyleri söz sahibi olmalı.
Kısa ve net ifadeler kullanılmalı, uzun ve sıkıcı konuşmalardan kaçınılmalı.
Aileye ait her mesele küçük büyük demeden konuşulabilmeli.
Kararlar, ihtiyaçlara göre yenilenebilmeli.
Konuşulanlar unutulmasın diye not edilmeli.
Ortak alınan kararlar aile misyon bildirgesinde özet olarak yazılmalı.
Bildirge düzeltmeye açık olmalı ve istenirse uygun bir yere asılmalı.
Bu birliktelikler, belirli zaman aralığında sürekli yapılmalı, alışkanlık hâline getirilmeli.

Peki, aile zamanı sadece problemlerin konuşulduğu, kararların alındığı ciddi bir toplantıdan mı ibaret olmalı? Tabii ki hayır! Sevgi ve saygı ile harmanlanan sohbet ortamlarımız da aile zamanına dahildir. Yuvada bu muhabbetler en çok sofrada başlar, çay saatinde de demiyle devam eder. Aynı masa etrafında günün yorgunluğunu atmaya, neşeyi ve kederi paylaşmaya, dünyaya dair merak edilenleri sorgulamaya vesile bu muhabbetler olmadıktan sonra sadece aile toplantılarıyla samimi birliktelikler elde etmemiz pek mümkün görünmüyor.

Ailem Kaçıncı Sırada?

Aileyi kurduk, misyonu oluşturduk. Sıra geldi bu misyona hizmet eden eylemleri, kendi iş-güç ve isteklerimizle dengelemeye. Bu dengeyi sağlayan en önemli unsur, öncelikler listemizi belirlemek. Kendimize yöneltmemiz gereken doğru soru şu: “Ailem bu listenin neresinde yer alıyor?”

Covey, bu konuyu kendi tecrübesini paylaşarak anlatıyor kitabında. Asistanından, yıllık planını hazırlarken öncelikle aileye dair özel günleri, tatilleri, maçları, doktor işlerini takvime yerleştirmesini rica ediyor. Geri kalan boşluklara ise danışan randevularını yerleştiriyor. Peki biz Covey gibi mi yapıyoruz yoksa kıymetlilerimizle vakit geçirmek için başka işlerden fırsat kalmasını mı bekliyoruz? Aileyi ön sıraya yerleştirmek, onlardan başka bir işle meşgul olmamak değil elbette. Amacımız, bu sıralamada birbirimize verdiğimiz değeri ve önemi hissettirebilmek.

Öncelikler listesini doğru belirleyebilmek, biraz da kendimizi ve değer yargılarımızı tanımaktan geçiyor. Amerikan eski başkanı Eisenhower’ın bir sözü var: “Önemli olan nadiren acildir, acil olansa nadiren önemlidir.” O zaman işe, neyin önemli neyin acil olduğunu ayırt etmekle başlamak gerek. Hayatımızdaki her şeyi “acil-önemli”, “acil değil-önemli”, “acil-önemli değil”, “acil değil-önemli değil” sıralamasıyla listelediğimizi düşünün. Neyi, hangi sırayla yapacağımızı, nelere evet nelere hayır diyeceğimizi, hangi şeylerin gerçek sorumluluklarımız, hangilerinin üstümüze zorla yapışan şeyler olduğunu ayırt edebileceğiz. Yangında ilk kurtarılacaklar listesi gibi bu sıralama sayesinde kendi protokolümüzü oluşturabileceğiz.

Herkes Aynı Anda Kazanıyor

Aile olarak hepimiz aynı takımın oyuncusuyuz. Galatasaray-Fenerbahçe derbisi gibi gergin bir karşılaşma yok bizim evimizde. Dolayısıyla çocuklarımız da acaba Galatasaray’ı mı yoksa Fenerbahçe’yi mi seçsek diye tartışmıyor. Peki, sahiden böyle mi? Bana baktığında eşimi, eşime baktığında kısmen de olsa beni görebiliyor mu çocuğum? Yoksa kim gol atacak ya da en azından averaj farkından şampiyon olacak, onu mu hesaplıyor? Hâlbuki hep beraber kazanamadığımız bir yuvada hepimiz kaybetmişiz demektir.

İlişkilerde hedefimiz her zaman “kazan-kazan” formu olmalı. Bunun için de takım çalışması şart. Evliliği duygusal bir yarış olarak görmediğimiz sürece bir şekilde herkesin mutlu ve huzurlu olması mümkün. İksir, “bizlik” prensibinde. Bunu kimyasal bir formülle açıklayalım. Nasıl hidrojen ve oksijen birleştiğinde kendi özlerinden bambaşka bir madde oluşturuyorsa, ilişki kimyasında da iki farklı birey yeni bir organizmayı oluşturur. Bu yeni organizma, iki eşten izler taşır elbette ama aynen su örneğinde olduğu gibi ne tam hidrojendir ne de tam oksijen. Duygu bankasında ortak hesabımızın olduğu bilincinde ilişkiye yatırım yapan her aile kazanır olabildiğince.

Anlaşılmak mı Anlamak mı?

Her insanın ortak bir dileği var bu dünyada: Anlaşılmak! Zaten sosyal ilişkiler kurmamızın, hatta evlenmemizin bile ana motivasyonu bu isteğe dayanıyor. Yoksa dağın başında tek başımıza da mutlu mesut yaşar, sosyal bir varlık olmazdık. Fakat bunun için önce karşımızdakini anlamamız gerekiyor.

Bir Neşet Ertaş türküsünde, “Kalpten kalbe bir yol vardır.” diyor ya, işte o görünmez yolda iletişimin sağlanması için birbirimizi sadece kulaklarımızla işitmeye değil, aklımızla ve kalbimizle de duymaya ihtiyacımız var. Bu, hâkim, savcı, avukat ya da jüri üyesi olmadan iletişim kurmak demek. Yani anlaşılmak ve anlamak zaman, sabır, odaklanma, duyarlılık, empati, saygı ve şefkat istiyor. Birbirini anlamayan insanların yaşadığı çatıya da yuva denmiyor.

Aileyi önceliğe alarak, kendi hayat dengemizi oluşturmak zorundayız. Aile içi ilişkilerde kazan-kazan felsefesi, takım çalışması ve sinerji oluşturmak esastır. Başarı, bireylerin birbirini anlaması ve sorumluluk almasıyla gelir. Aile olmak emek, sabır ve sürekli bir çaba gerektirir.
Aile Matematiği Farklı Çalışıyor

Sıra geldi bu güzel aile takımının sahada oyununu sergilemesine. Bu oyunun başarı sırrı sinerji oluşturmasında. Yoksa takım hâlinde sahaya çıksak da verimimiz düşebilir. Ya da iyi oynasak da gol atamadığımız için bazen maçı kaybedebiliriz. Nasıl mı?

Eşler arasında gerçekleşen çatışmada, hesap genelde “1+1= Yarım” yapıyor. Çünkü tartışma esnasında illaki birbirimizden bir şey eksiltiyor ve bir türlü ikiye tamamlanamıyoruz. Anlaşma durumunda ise en az birimizin isteğinden taviz verdiğimiz için “1+1= 1,5” olabiliyor. Takım çalışmasında toplam biraz daha artıyor ve nihayet ikiyi elde edebiliyoruz. Ama sinerjide eşitlik üçe kadar yükseliyor.

“1+1 nasıl 3 yapar?” dediğinizi duyar gibiyim. İşte o ekstra 1 de ortak hesaba yatırımın kâr payı. Buna ilişkinin bereketi de diyebiliriz. Çünkü sinerjiyi sağlamak isteyen çiftler, gurur yerine tevazuyu seçer. Ortak güçlü yanlarını çoğaltıp bireysel zayıflıklarını aile içinde yok ederler. Hatta çocuklarının da zaman zaman liderlik etmesine izin verip onların da aile değerine katkı sağlamalarının önünü açarlar.

Kendimizi de Unutmayalım

Makalenin başından beri saydıklarımız elbette emek, sabır ve güç isteyen şeyler. Aile olmak, onu kurmaktan çok daha zor. İnsan tüm bunlardan yorulduğunda yine özüne dönme ihtiyacı hissediyor. Kendi maneviyatına ulaşıp motive olmak istiyor. Zira önce güç toplaması sonra da bu anlamlı mücadelesine kaldığı yerden devam etmesi gerekiyor. Bunun için de nasıl aile zamanlarımız varsa ve önemliyse kendimize ait özel zamanlarımızın da olması şart. Ara ara kendimize 2-3 saatlik alanlar tanıyabiliriz. Eşler arasında zaman zaman oyuncu değişikliğine gidip ev içi sorumluklarda paylaşım yaparak birbirimizi dinlendirebiliriz. Bunun dışında ailecek de rutinden uzaklaşmaya, tebdilimekâna ihtiyaç duymamız çok doğal. Birlikte çıkılan tatiller, uzun yolculuklar ve biriktirilen hatıralar, eşler ve çocuklar arasında bağları kuvvetlendiren tutkal etkisi görüyor.

Yolda Kalmaya da Var mısınız?

Aile olmak tek seferlik bir eylem değil. İmzayı atınca iş bitmiyor, tam tersine başlıyor ve ölene kadar da -Allah’ın izniyle- devam ediyor. Evet bu yolculuk kolay değil, ama pes etmek yazmıyor bizim kitabımızda. O zaman tekerimiz patlarsa değiştireceğiz. Arabamızın motorunda sıkıntı olursa tamir edeceğiz, benzinimiz biterse dolduracağız; ama aile olarak kalmak istediğimiz müddetçe o arabayı yoldan çekmeyeceğiz. Bir anda mucizevi çözümler beklemeyeceğiz. İşe kendimizden başlayacak ve örnek olacağız. Başka ailelere imrenmek yerine kendi aile hikâyemizi yazacağız.

Ailem Kaçıncı Sırada?

Aileyi kurduk, misyonu oluşturduk. Sıra geldi bu misyona hizmet eden eylemleri, kendi iş-güç ve isteklerimizle dengelemeye. Bu dengeyi sağlayan en önemli unsur, öncelikler listemizi belirlemek. Kendimize yöneltmemiz gereken doğru soru şu: “Ailem bu listenin neresinde yer alıyor?”
Covey, bu konuyu kendi tecrübesini paylaşarak anlatıyor kitabında. Asistanından, yıllık planını hazırlarken öncelikle aileye dair özel günleri, tatilleri, maçları, doktor işlerini takvime yerleştirmesini rica ediyor. Geri kalan boşluklara ise danışan randevularını yerleştiriyor. Peki biz Covey gibi mi yapıyoruz yoksa kıymetlilerimizle vakit geçirmek için başka işlerden fırsat kalmasını mı bekliyoruz? Aileyi ön sıraya yerleştirmek,

1. Değişime Kendimizden Başlamak

İnsan eliyle ortaya konan teknolojik ürünler bile geliştirilebilirken onları üreten insanın yedisinde neyse yetmişinde o olması yaman bir çelişki değil mi? Kemalât için, hep daha iyi olma yolunda bir yolcuyuz hepimiz ve aslında değiştirebileceğimiz tek şey kendimiziz.

2. İlişkide Sorumluluk Almak ve Önderlik Etmek

Koca şirketleri, okulları yöneten, iş tanımındaki sorumlulukları rahatlıkla taşıyabilen insan; aile idaresine gelince o kadar başarılı olamayabiliyor. Davranışlarının bedelinin farkında olan bireyler hem dikkatli hareket ediyor hem de olası hataları kolayca telafi edebiliyor.

3. Davranıştan Önce Anlayışı Değiştirmek

Değişime davranışlardan başlamak, dünkü yemeğin üzerine başka bir şey ekleyip sofraya geri getirmek gibidir. Değişimin bizde içsel bir hâle gelebilmesi için bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor. Bakış açımızı değiştirmek için de ona yol açan duyguları fark etmemiz lazım.

4. Aile Üyelerinin Güçlü Yönlerine Odaklanmayı Seçmek

Bilinçaltımız negatif dosyaları daha önde tutan bir mekanizmadır. Çünkü onun birinci görevi insanı korumaktır, mutlu etmek değil. Bu sebeple ailemizin de önce eksik taraflarını hatırlarız çoğu zaman. Fakat nasıl kimse yetersiz hissederek yeterli hâle gelmiyorsa eksikliklere odaklanılan bir aileden de tamamlanması beklenemez.

5. Aileyi de Bireysel Değişimimize Ortak Etmek

Biz değişmeye başladıkça aile denklemimiz de ister istemez farklı bir değer kazanacak. Nasıl iki rengin karışımında bir renk değişince karışımın en azından tonu değişirse, tek bir kişi bile sebat ederse koca bir ailenin güzel bir yönde başkalaşmasına sebep olabilir.

6. Sabırlı ve Gerçekçi Olmak, Anlık Değişim Beklememek

“Bu kadar okuyoruz, yardım alıyoruz ama niye hâlâ aynı şeyleri tekrarlıyoruz, aynı kısır döngünün içerisinde debelenip duruyoruz?” diye düşünebiliriz. İnsan olduğumuzu unutmadan, sabırlı ve gerçekçi olacağız. Çünkü kişisel gelişim gibi ailesel ve ilişkisel gelişim de çok sabır ve emek isteyen, zaman zaman da olduğumuz yerde sayıyormuşuz gibi hissettiren bir süreç.

7. Rodeo Atını Bile Sürebilmek

Herkes midilli atlarını kolayca sürebilir. Marifet rodeo atını sürebilmekte! Tabii ki zorluklar olacaktır. Hatta at bizi bazen üstünden bile atmak isteyebilir. Ama sabredersek en azından “Ben gayret ettim ve elimden geleni yaptım.” kısmını tamamlamış olacağız.

Kişisel değişim, aileye de yansır. Sorumluluk alarak önderlik eden bireyler, aile içinde güçlü yönlere odaklanıp pozitif dönüşümler başlatabilir. Değişim aniden değil, sabır ve gerçekçilikle adım adım gerçekleşir.

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar