Körleş-me!

Elias Canetti, kitaplara saplantılı bir akademisyenin dünyadan kopuşunu anlatırken, okuyucuyu delilik ile dahilik arasındaki ince çizgide bir yolculuğa çıkarıyor. Manipülasyonun gücünü ustaca işleyen bu eser, Nobel ödüllü yazarın keskin toplumsal eleştirilerine dalmak isteyen okurlar için adeta bir tuzak; ama tatlı bir tuzak!

Melike Melan

Cemil Meriç gibi, kötü insanlardan kitaplara sığındığınız oldu mu? Peki bütün hayatınızı insanlardan uzakta, kitaplarla kurulu bir dünyada geçirmek ister miydiniz? Nobel ödüllü yazar Elias Canetti, henüz yirmi altı yaşında kaleme aldığı ve modern edebiyatın öncülerinden sayılan Körleşme romanında bunu sorguluyor. Eserin başkahramanı Prof. Kien’in kitap kitap ördüğü fildişi kulesi, entelektüel kibri yüzünden yerle bir oluyor.

Seferad Yahudisi olarak dünyaya gelen Canetti, romanını Nazilerin yükselişte olduğu 1930-31 yıllarında Viyana’da kaleme aldı. Savaşın ve totaliter rejimin entelektüel dünyada yarattığı derin travmalara şahit olan Canetti’nin romanı, bu bağlamda dönemin bir alegorisi olarak da okunabilir. Körleşme, dönemin Nazi Almanya’sı tarafından yasaklandı. Geniş kitleler tarafından okunması ancak 1960’lardan sonra mümkün oldu. Nobel ödülü ise 1981’de, Canetti yetmiş altı yaşındayken kendisine verildi.

Kafasız Bir Dünya

Halktan kopuk aydın figürünün temsilcisi olan Prof. Peter Kien, dünyadaki sayılı sinolog ve filologlardan biri. Evi, içlerinde nadir eserlerin de bulunduğu yirmi beş bin kitaptan oluşan büyük bir kütüphane. Fakat asıl kitaplık, Kien’in kafasının içinde. Bununla birlikte, kafasının içindeki dünyanın gerçek dünyada hiçbir karşılığı yok!

İlk bölümde Kien’in halktan ne denli kopuk olduğu ele alınırken, ikinci bölümde kibri yüzünden körleştiği insanların, onun dünyasını nasıl yerle bir ettiği anlatılıyor. Therese, sekiz yıldır Kien’in yanında çalışan, ondan yaşça büyük bir kadın. Kien, onunla insani hiçbir ilişki kurmadığı için hakkında hiçbir bilgi sahibi değilken, Therese Kien’i çok iyi tanıyor ve onu en hassas noktasından, kitaplardan vuruyor. Önce evleniyorlar, sonra zamanla Kien’in tüm dünyasını ele geçiriyor. Cahil bir kadın olarak tasvir edilen Therese, gücü ele geçirdiğinde, Kien’in tüm yaşam alanını sınırlama hakkını kendinde görüyor. Böylece ilk bölümde kitapların tutsağı olan başkahraman, ikinci bölümde Therese’nin esiri hâline geliyor.

Cehalet, Gücü Ele Geçirince…

Canetti, bu harika alegorik anlatım ile totaliter rejimin temsili olan Therese’nin gücü ele geçirdiğinde ne denli zalim olabileceğini çarpıcı bir şekilde resmediyor. Öyle ki Prof. Kien, kadının kendine verdiği zarardan sonra adına “körleşme” dediği bir savunma mekanizması geliştiriyor. Kendini Therese’yi görmeyerek koruyabileceğini düşünüyor. Gücü ele geçiren Therese, Profesör’ü yirmi beş bin kitaplık dünyasından koparıyor ve nihayet Kien evinden ayrılmak zorunda kalıyor. Nazi Almanyası’nda gerçekleştirilen kitlesel kitap imha olaylarında, yaklaşık yirmi beş bin kitabın yakıldığı düşünüldüğünde, kurulan alegorik anlatım daha da çarpıcı hâle geliyor.

Tirajik Bir Yıkım

Romanın son bölümünde, Kien’in zihinsel ve duygusal çöküşünün nasıl doruğa ulaştığını, kitaplarına olan saplantısı yüzünden gerçeklikten nasıl koptuğunu ve kendi elleriyle trajik sonunu nasıl hazırladığını okuyoruz. Anlatı boyunca kafasının içi bilgi ile dolu olan; ama bu bilgiyi eyleme dökemeyen Kien ile fildişi kulesine çekilmiş bir aydının trajedisine, yani körleşmesine şahit oluyoruz. Sonra düşünüyoruz; acaba Prof. Kien’in insanlarla ilişki kurduğu, kafasının içindeki bilgileri faydalı eylemlere döktüğü, bütün bunları gerçekleştirirken etrafındaki kötülüğü sezdiği ve ona karşı tedbir aldığı alternatif bir dünyada bu trajik yıkım gelir miydi? Bir başka deyişle, “Daha iyi bir son mümkün olabilir miydi?”

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar