Nihal Polat
Büyüklerimizin sıkça söylediği bir atasözü vardır: “Güzele kırk günde doyulur, iyi huyluya kırk yılda doyulmaz.” Kültürümüzde, şiirlerimizde, şarkılarımızda ve inancımızda, güzel konuşmanın, tatlı dilin ve doğru üslubun önemi büyüktür. Peki biz bu tatlı dilin neresindeyiz?
Dil, duyguları ve ihtiyaçları doğru aktarmak için kullandığımız etkili bir araçtır. Dilin büyülü dünyasına girdiğimizde, insanlarla olan etkileşimlerimiz çok daha olumlu bir noktaya gelebilir. Amerikalı psikolog Marshall B. Rosenberg, bu konuda derinlemesine çalışmış ve Şiddetsiz İletişim – Bir Yaşam Dili (Nonviolent Communication – A Language of Life) kitabını yazmıştır. Kitabın adı “şiddetsiz iletişim” olsa da ona “şefkat dili” de diyebiliriz. Rosenberg, şefkat dilini hapishanelerdeki mahkumlardan politikacılara, mafya üyelerinden devlet yetkililerine kadar pek çok farklı grupla kullanmış ve her seferinde olumlu sonuçlar elde etmiştir. Rosenberg’e göre tatlı dilli olabilmek için öncelikle bazı engelleri aşmalıyız.
Yargılamaya Uzak, Anlayışa Yakın!
İnsanlarla aramızdaki iletişimde en büyük engel, yargılamadır. Suçlama, hakaret, küçük düşürme, etiketleme, eleştirme, karşılaştırma ve teşhis koymanın hepsi yargılamanın tanımı içine girer. Ahlakçı yargılara sıkça başvuran bireyler; anlamadıkları veya beğenmedikleri kişilere ya da davranışlara yanlışları üzerinden tepki gösterirler.
Örneğin, eşimiz bizden daha fazla sevgi istiyorsa ve biz ahlakçı yargılara sahipsek, onun bu talebini “sevgiye muhtaç” veya “bağımlı” olarak yorumlayabiliriz. Eğer biz ondan daha fazla sevgi bekliyorsak, bu kez de o “ilgisiz” ve “duyarsız” olur. Her durumda, karşı taraf eleştiri ve suçlama yağmuruna tutulur. Oysa yargılamak yerine, Mevlana’nın dediği gibi doğru ile yanlışın ötesinde bir yerde buluşabiliriz.
Komşunun Bahçesi Hep Daha Yeşildir!
“Eğer hayatı kendin için dayanılmaz hâle getirmek istiyorsan kendini başkası ile kıyaslamayı öğren.” der Dan Greenberg. Karşılaştırma yaptıkça mutsuz oluruz. Her durumda bizden daha güzel, daha başarılı, daha yetenekli, daha zengin insanlar vardır. Hayatımızı onların yerine göre konumlandırırsak her zaman mutsuz olacağımız kesindir. Bu noktada, Peygamber Efendimizin şu harikulade sözüne yer vermek gerekir: “Sizden biri, mal ve yaratılış bakımından kendisinden üstün olanlara değil, aşağıda olanlara baksın. Zira bu, Allah’ın nimetini küçümsememeniz için daha uygun bir davranıştır.”
Dışsal Bahanelere Karşı İçsel Güç
“Hareketlerimizin sebeplerini dışsal durumlara bağladığımızda, eylemlerimizin sorumluluğunu reddetmiş oluruz.” der Rosenberg. Seçeneklerimizden başkaları değil, biz sorumluyuz. Bu yüzden bunu açık yüreklilikle kabul etmeli ve eğer değiştiremeyecek bir durumda isek bakış açımızı farklı yöne çevirmeyi denemeliyiz.
Rica Mı Emir Mi?
Karşımızdakinin isteklerimize karşı tepkisini yargılıyorsak ve talebimiz gerçekleşmediğinde onu suçlu hissettiriyorsak muhatabımıza seçim hakkı tanımıyoruz demektir. Bu da bir rica olmaktan oldukça uzaktır. Herkesin ihtiyacının karşılanacağı, dürüstlük ve empatiye dayalı etkileşimler kurmak, öncelikli kuralımız olmalıdır.
Harriet Lerner, Bağlantı Dansı kitabında, eşiyle yaşadığı bir olayı anlatır. Lerner’in eşi, çalışma odasını topladıktan sonra birkaç koliyi bodruma götürmesi gerekirken mutfağa bırakır. Bir gün sonra Lerner eşinden kolileri kaldırmasını ister; ancak koliler ertesi gün de mutfakta kalır. Lerner bunun üzerine eşini bir kez daha uyarır ve nihayet koliler kaldırılır. Lerner, bu durumu şöyle özetler: “Mutfakta duran birkaç koli önemli değildi. Kolilerin hâlâ orada durmasından çok, duygularımı görmezden gelmeyi seçmiş olmasının beni ne kadar üzdüğünü bilmesini istedim.”
“Ben Dili” İle Konuşmak
Her duygunun altında bir ihtiyaç yatar. Marshall B. Rosenberg, “İhtiyaçlarımız karşılanmadığında diğerlerinin hataları üzerine düşünmeye alışığız.” der. “Dolayısıyla çocuklar dolaba koyulmasını istediğimiz paltoları koltuğun üzerine bıraktıklarında onları tembellikle suçlayabiliriz. İş arkadaşlarımız işlerini bizim tercih ettiğimiz biçimde yapmadıklarında onları sorumsuzlukla yargılayabiliriz.”
İhtiyaçlarımızı açıkça dile getirmek yerine eleştirmeyi ve suçlamayı tercih ettiğimizde tatsızlıklar ortaya çıkar. İhtiyaçlarımızın karşılanmasını istiyorsak hatalarla ilgili konuşmaktan kaçınıp ihtiyaçlara odaklanmalıyız.
İhtiyaçlarımızı nasıl daha doğru şekilde ifade edebiliriz? İşte bazı örnekler:
“Akşam yemeğine gelmeyeceğine üzüldüm; çünkü akşamı birlikte geçiririz diye ümit ediyordum.” (Neden üzüldüğünü açıklar.)
“Öyle konuştuğun zaman çok öfkeleniyorum; çünkü saygı istiyorum ve sözlerini hakaret gibi algılıyorum.” (Öfke duymanın sebebi saygı ihtiyacının karşılanmamasıdır.)
“Cesaretim kırıldı; çünkü şimdiye kadar işimde daha çok ilerlemiş olmayı isterdim.” (Cesaretinin kırılması, kendine olan beklentinin büyük olmasıdır.)
Beden Dilinin Önemi
Hz. Mevlana, “Sus; eğer birisi sana harfsiz, sessiz söz olamaz derse, de ki yalan.” der. Etkili iletişimin tek yolu konuşmak değildir. Susarak da çok şey anlatabiliriz. Çevremizdeki insanlarla iletişim kurarken kelimeler dışında beden dilimizi ve ses tonumuzu da kullanırız. Albert Mehrabian, Sözsüz İletişim kitabında, iletişimin büyük bir kısmının sözsüz yollarla yapıldığını vurgular. Araştırmalarına göre bir mesajın yorumlanmasının %7’si sözel, %38’i ses tonu ve %55’i beden dilinden oluşur. Yani, ses tonumuz ve beden dilimiz ile mesajımızı muhatabımıza %93 oranında sözsüz şekilde ulaştırırız. Beden dili; dokunma, yüz ifadeleri, bakışlar, duruş, vücut pozisyonu, işaretler ve jestlerden oluşur.
Sağlam Temeller
Ünlü terapist Virginia Satir, her çocuğun doğuştan beş temel özgürlüğü olduğunu savunur:
- Şimdi ve burada olanı duyma ve görme (algılama) özgürlüğü.
- Kendi düşündüğünü olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü.
- Kendi duygularını olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü.
- Kendi arzularına göre bir şey isteme ya da reddetme özgürlüğü.
- Olmak istediği yönde gelişerek kendi özünü gerçekleştirme özgürlüğü.
Doğan Cüceloğlu, sağlıklı bir aile ortamında bu özgürlüklere sahip çocukların neşeli ve üretken olacağını; doğuştan getirdikleri yeteneklerini geliştirebileceklerini belirtir. İyi bir iletişimci, hem kendi iç dünyasını (duygu, düşünce ve tutumlarını) iyi tanır, onların ne anlama geldiğini kavrar hem de karşıdaki kişinin davranışlarını gerçekçi bir biçimde değerlendirebilir.
Cüceloğlu, ailedeki münasebetler arasında en önemli ilişkinin, karı-koca arasındaki ilişki olduğunu ifade eder ve ekler: “Bu ilişki ne kadar sağlıklı ise ailenin temeli o kadar sağlamdır. Sağlam temeller üzerine kurulu bir ailede algılama, düşüncelerini ve duygularını ifade edebilme, neyi istediğini ya da istemediğini belirtme ve kendini istediği yönde geliştirme özgürlüğü vardır. Aile içindeki iletişim bu özgürlükleri ya canlı tutar ya da sürekli baltalar.”
Tatlı Dilin ve Güler Yüzün En Güzel Örneği
Her ne kadar bu yazıda başarılı psikologların araştırma sonuçlarına, düşüncelerine ve önerilerine yer vermiş olsak da aslında şefkat dili biz Müslümanların konusudur. Kur’an dili, şefkat dilidir. Bu yüzden, ne zaman cehennem azabından bahseden bir ayet okusak sonunda Rabbimiz “Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” ya da “Doğrusu Allah engin merhamet sahibidir.” gibi ifadelerle biz kullarının kalbini okşar.
Peygamber Efendimiz, muhataplarıyla konuşurken her zaman sevgi dilini kullanırdı. Yüzünden tebessüm eksik olmazdı. Bedir’de esirlere karşı davranışı, Taif’e İslam’ı tebliğ etmek için gittiğinde halkın onu taşlamasına rağmen onlara beddua etmemesi, mescidi pisleten bir adamı sakince uyarması ve hastalanan Yahudi bir çocuğu ziyaret etmesi, onun güçlü iletişimine örnektir. Peygamberimiz, derin merhamete ve şefkate sahip, koca yürekli bir insandı. Müslümanların örnek alması gereken tüm güzel huylar, onda toplanmıştı.
Rabbimiz, peygamberinin bu merhametinin kendisinden geldiğini söylüyor ve Resulüne tavsiyede bulunuyor: “İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet. Onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşavere et! Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et! Allah muhakkak ki kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân suresi, 3/159)
Kur’an aynı zamanda Hazreti Musa’ya, Firavun ile karşılaştığında kullanması gereken iletişim tarzını da tavsiye eder: “Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitap edin. Olur ki aklını başına alır; yahut hiç değilse biraz çekinir.” (Taha suresi, 20/44)
Peygamberimiz Nasıl İletişim Kurardı?
Sözlü iletişimde bizler için en güzel örnek olan Peygamber Efendimiz, aynı zamanda beden dilini de çok başarılı bir şekilde kullanırdı.
GÜLÜMSERDİ
Peygamber Efendimiz, muhataplarını tebessümüyle rahatlatırdı. Sıcacık gülümseyişi, karşısındaki insanların kendilerini daha değerli hissetmesini temin ederdi.
SICAKTI
İnsanlara sıcak ve sevecen bir üslüpla yaklaşır, gönüllerini samimiyetiyle fethederdi.
DİNLERDİ
Birisiyle konuşurken tamamen ona odaklanır, başka yönlere bakmazdı.
GÖZ TEMASI KURARDI
Muhatabına dönerek göz teması kurar, onu dikkatle dinlediğini ve anladığını hissettirirdi.
SABIRLIYDI
Karşısındaki konuşurken onu sabırla dinler; acele etmeden kendini ifade etmesine imkân tanırdı.
JEST YAPARDI
Konuşurken önemli noktaları vurgulamak için sık sık el jestlerini kullanırdı.
TOKALAŞIR VE SARILIRDI
İnsanlarla tokalaşır ve gerektiğinde onlara sarılarak sevgisini ve yakınlığını göstermekten çekinmezdi.
MESAFEYİ AÇMAZDI
Konuştuğu kişilerle arasındaki mesafeyi açmaz; samimi ve yakın bir iletişim dilini tercih ederdi.
SADE VE ÖZENLİYDİ
Her zaman sade, özenli ve alçak gönüllü bir duruş sergilerdi. Onu ilk kez görenler, genellikle, sahabeden ayırt edemezdi.
ÖLÇÜLÜYDÜ
Kibirli ve gösterişli hareketlerden hoşlanmazdı. Jest ve mimiklerinde daima titiz ve ölçülüydü.
Empatiyi Engelleyen Davranışlar
Muhataplarımızı empati yoluyla anlayabilmek için tıpkı kendi duygu, düşünce ve ihtiyaçlarımıza kulak verdiğimiz gibi onlarınkilere de kulak kesilmeliyiz. Karşımızdaki insana bir cevap vermemiz, bir tepki göstermemiz gerekiyorsa ve bunun doğru yolunu bilmiyorsak iletişim kazalarına davetiye çıkarabiliyoruz. İşte bu kazalara yol açan davranışlardan bazıları:
- Tavsiye vermek: “Bence … yapmalısın”
- Üste çıkmak: “O da bir şey mi! Sen bir de benim başıma gelenleri dinle.”
- Ders vermek: “Eğer … yapsaydın o zaman bu senin için çok olumlu bir deneyime dönüşebilirdi.”
- Hikâye anlatmak: “Bu, bana bir zamanlar başıma gelen bir olayı hatırlattı…”
- Üstünü örtmek: “Boş veeer! Takma kafana, haydi neşelen.”
- Sempati kurmak: “Vah vah! Yazık sana!”
- Sorgulamak: “Bu ne zaman başladı?”
- Açıklamada bulunmak: “Seni arayacaktım ama…”
- Düzeltmek: “Hayır, o öyle olmadı.”