Kur’an’da Allah’u Teâlâ (Tahrim, 66/8) ‘nasuh tevbe’den bahseder. Nasuh tevbe; ıslah edici, düzeltici, onarıcı, öğüt ve vaaz verici, nasihat edici tevbedir. Samimi ve içten tevbeye ‘nasuh tevbe’ denir. İşlenen günaha bir daha asla dönmemek üzere yapılan tevbedir.
Günahta ısrar etmek demek, günahı sürekli olarak işleyip hiçbir şekilde tevbe etmeksizin günahı günaha eklemek demektir. Tevbe ederek günahta ısrarcı olanlardan olmamalı. “İstiğfar eden kimse günde yetmiş kere de tevbesinden dönse günahta ısrar edici sayılmaz” (Tirmizi, Ebu Davud)
“Allah’ım! Sen benim Rabbimsin; Sen’den başka ilah yoktur. Beni sen yarattın; ben Sen’in kulunum ve gücüm yettiğince Sana verdiğim ahd ve vaad üzerinde sabitim, işlediklerimin şerrinden Sana sığınırım. Üzerimdeki nimetlerini itiraf eder, günahlarımı da ikrar ederim. Beni bağışla. Zira günahları bağışlayan ancak Sen’sin” (Buhârî)
“Ebu Hureyre (ra) Allah Resûlü’nün (sas) secdelerinde şöyle dua ettiğini nakletmiştir: Allah’ım! Büyük küçük, birinci sonuncu, gizli açık bütün günahlarımı mağfiret buyur.” (Müslim, Ebu Davud)
“Allah’ım! Benimle hatalarımın arasını, doğu ile batının arasını ayırdığın gibi ayır. Allah’ım! Beni hatalardan, beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi temizle.” (Buhari, Müslim)
‘Tevbe’ kelimesi dönmek, vazgeçmek, terk etmek, rücu etmek gibi manalara gelir. Dini anlamda ise hataları itiraf edip pişmanlıkla kıvranarak Cenab-ı Allah’a yönelmektir. Sadece O’nun rızası için günahları terk ederek iyi amele, isyanı bırakarak itaate dönmek ve eskiden işlenmiş günahlardan pişmanlık duyarak bir daha bu günahları işlememeye söz vermektir.
Tevbe, Allah’la kul arasında kurulan rabıtadır. Özel bir iletişim biçimidir. Allah’u Teâlâ sığınma psikolojisi ile bizden kendisine iltica ederek O’na yaklaşmamızı istemektedir. Tevbe insan oluşun idrak edilmesi, Allah’ın mülkünde yaşayışın farkında olunmasıdır. Tevbe acizliği kabullenme, kulluğu içten benimsemedir. Kuralları, kaideleri koyanın Allah (cc) olduğunu tasdik ederek, dinin kurallarını çiğnediğinin bilincinde olarak tekrar rahmet kapısına dönüştür.
Hz. Âdem’in (as) kıssasından ne anlamalı?
İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem (as) ile gündeme gelen bir konudur tevbe. Zira ilk hatayı (zelle) yapan da ilk tevbeyi yapan da o olmuştur. Kur’an’da anlatılan Hz. Âdem’in (as) kıssasında iki husus dikkat çeker. Birincisi Hz. Âdem’in (as) yasaklı meyveyi yiyerek Allah’a isyan etmesi ve cennetten kovulması. İkinci husus ise şeytanın ilk insanın yaratılışına karşı çıkarak Allah’u Teâlâ’nın emrine itaat etmemesi ve lanetlenmesi. Bu iki misalde dikkat edilmesi gereken konu, ikisi de birer kere isyan etti ve biri lanetlendi biri peygamber oldu. Hz. Âdem (as) isyan sonrası hatasını kabul ederek nedamet duyup Allah’tan af dilerken, şeytan kendi hatasını hata olarak görmedi. “Ben haklıyım secde etmemekte, sen yanlış bir emir verdin.” diyerek hatasında ısrarcı oldu. Âdem (as) ise “Yarabbi! Sen doğru söyledin, ben yanlış yaptım.” diyerek kemale erdi.
Anlıyoruz ki, insan fıtrat itibariyle hata ve günah işlemeye müsait. Fakat Allah katında kıymetli olan kul olarak yapıp ettiklerimizde hatalarımızı ve günahlarımızı görmek ve samimiyetle Allah’a yönelip tevbe etmek, özür dileyebilmek. Hazreti Peygamber (as), “İnsanoğlunun her biri hata edicidir. Ancak hata edenlerin en hayırlısı tevbe edenlerdir.” (Tirmizi) buyuruyor.
Her mü’mine farzdır!
Günahın çokluğu veya tevbe ettikten sonra yine günah işlemek, tevbeye engel değildir. Tevbe her mü’min üzerine farz-ı ayndır ve farziyeti Kitap (Kur’an), sünnet ve icma ile sabittir. Allah’u Teâlâ şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Samimi ve kesin bir dönüşle Allah’a tövbe ediniz…” (Tahrim/ 8) Tevbenin kabul olunması için birtakım şartlar vardır ve bu şartlar yerine getirildiği takdirde tevbenin kabul edileceği Cenab-ı Hak tarafından vaat edilmiştir. Hz. Peygamber (sas), “Ben tevbe ve rahmet peygamberiyim.” diyerek tevbe kapısının kıyamete kadar açık olduğuna işaret etmiştir.
Tevbede bulunması gereken dört şart
Ehl-i sünnet âlimlerine göre tevbede mutlaka bulunması gereken şartlar dört tanedir:
- Tevbede ilk şart imandır. İmanı olmayan kişide tevbe aramak boş yere çabadır. Diğer bir durum ise, İslam dinini terk eden mürtedlerdir. Eğer bu kişiler dinden çıktıktan sonra tekrar iman etmezlerse, bunların kâfirlerden hiçbir farkı yoktur. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: “İnandıktan sonra kâfirliğe sapıp sonra inkârcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar sapıkların ta kendisidirler.” (Âl-i İmran / 86)
- Geçmiş günahlardan dolayı pişmanlık ve ıstırap duymak.
- Tevbe esnasında bütün günahları terk etmek.
- Gelecekte bir daha aynı günahı işlememeye azimli ve kararlı olmak.
- İşlenmiş olan günah kul hakkıyla alakalı ise, her şeyden önce o hakkı sahibine vererek onunla helalleşmek.
Bütün bu şartlara bakıldığında, İslam dini bir inanç ve aynı zamanda inancı tasdik eden bir sistemdir. Dolayısıyla tevbe eden bir kişinin tevbesinin doğruluk ölçüsü, Allah, Peygamber ve müminler tarafından görülecek şekilde ortaya koydukları davranışlardır.
Tevbenin vakti var mıdır?
Çağımızın erteleme hastalığı maalesef tevbe konusunda da baş gösteriyor. Birçoklarından hep şu cümleyi duyarız: “Hacca gidince tevbe ederim” ya da bazılarımız hep kandil günlerini, Kadir Gecesi’ni bekler “şu gün gelsin”, “60’lı 80’li yaşlarıma bir geleyim” diyerek hep tevbesini erteler. Bu yaşam şekli tamamen yanlıştır. Tevbe bir ibadettir. Tevbenin bir vakti vardır ve o vakit ölümden öncedir. Peki, o halde şu soruyu soralım: Ölüm ne zamandır? Belli değildir.
Hz. Peygamber (sas), “Ölüm gelmeden tevbede acele ediniz” buyuruyor. Çünkü tevbenin kabul şartlarından biri de son vakti beklememektir. Ölüm anında yapılan tevbeye “tevbe-i yeis” denir, bu da ‘ölüm alameti başlayıp, hayattan ümit kesilince, yapılan tevbe’ demektir. Bu anda yapılan tevbenin kabul olmayacağının delilleri vardır. Allah (cc) Nisa sâresi 17. ayette bildirdiğine göre, günahın affı, ancak tevbelerini hemen ya da kısa sürede yapanlara garanti edilmiştir. Elmalı Hamdi Yazır bu ayete şöyle açıklık getirir: “Bilerek günah işleyen, çok geçmeden tevbe etmeyip günah işlemeyi alışkanlık haline getiren ve böyle iken can çekişme haline gelip hayattan ümidini kesmeden önce tevbe edenlerin tevbelerinin kabul edilmesi kesin değildir. Allah’ın iradesine kalmıştır.” Tevbeyi tehir etmeyi Efendimiz (sas) de şeytan işi olarak değerlendirir. Unutmayalım ki an, ölümün arefesidir. Ölüm anını beklemeden her günahın ardından hemen tevbe etmeli.
Bazı günlerin kıymeti bilinmeli!
Tevbe, Cenab-ı Hakk’a bir dua ve af talebi olduğu için bazı ayet ve hadislerde bildirilen icabet vakitlerinde yapılması isabetli olacaktır. Bu vakitler şöyledir: Her gecenin son üçte biri (Buhari), Cuma günü imamın minbere oturduğu an ile namazdan çıkması anına kadar geçen vakit (Müslim), ikindi namazından sonra güneşin ufuktan kaybolması anına kadar geçen vakit (Tirmizi), arefe günü (Müslim), seher vakti (Al-î İmran/17), Kadir Gecesi (Kadir/1-5, Buhari).