Güneş, Dünya’ya yaşam sağlayabilmek için en uygun büyüklükte ve Dünya’ya en uygun uzaklıktadır. Dünya eğer Güneş’ten yalnızca yüzde 1 oranında uzak ya da ona yüzde 5 oranında yakın olsaydı, üzerinde yaşanılamaz bir gezegen olurdu. Söz konusu yüzdeler, evrendeki büyük sayılar dikkate alındığında aslında oldukça küçük mesafe birimleridir. Bunu anlayabilmek için Venüs’ü örnek verebiliriz. Dünya’dan hemen önceki gezegen olan Venüs’e Güneş’in sıcaklığı bizden sadece iki dakika önce ulaşır. Büyüklük ve yapı açısından Venüs Dünya’ya oldukça benzer, fakat yörüngesel mesafedeki küçük bir fark, bu iki gezegen arasındaki yaşam farkının oluşmasının sebebi. Bu iki dakikalık farkın sonucunda Venüs’ün yüzey sıcaklığı 4700 C’ye ulaşır. Bu sıcaklık, kurşunu bile eritebilecek kadar yüksek. Yüzeyindeki atmosferik basınç ise Dünya’dakinin 90 katı. Böyle bir basınç altında, insan yaşamı mümkün değil.
Elbette ki Allah, uzayda var olan tüm gezegenler üzerinde yaşam yaratabilirdi. Ancak O, -bildiğimiz kadarıyla- yaşamı yalnızca Dünya üzerinde var etmiştir. Bunun için sayısız faktörü hassas dengelere bağımlı kılmıştır. Bunlardan sadece birinin dengesinin bozulması, Dünya üzerindeki yaşamı sona erdirmeye yeter. Dünya üzerindeki yaşam, onun sahip olduğu kusursuz denge ve bunların bağımlı olduğu sebepler, tüm bunları yaratan Allah’ın kontrolü altında. Yaratılan her şey gibi üzerinde yaşadığımız Dünya da, Yüce Allah’ın kusursuz sanatına sahip.
“Karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran O’dur. Geceyi dinlenmeniz, Güneş ve Ay’ı da vakitlerinizi hesaplamak için O yarattı. İşte bütün bunlar, azîz ve alîm (mutlak galip ve her şeyi hakkıyla bilen Allah’ın) takdiridir.” (En’am Sûresi, 6/96)
KAVRAMLAR NE ANLATIYOR
Aşere-i mübeşşere:
Henüz hayatta iken Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından cennetlik oldukları kendilerine müjdelenen on sahâbî anlamına gelmektedir. Cennetle müjdelenen sahabîler şunlardır: Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin Avvam, Abdurrahman bin Avf, Sa’d bin Ebî Vakkas, Ebû Ubeyde bin Cerrah ve Saîd bin Zeyd.
Aşr-i şerif:
Kelime olarak ‘değerli, şerefli on’ anlamına gelen aşr-i şerîf’in terim olarak anlamı, Kur’ân-ı Kerim’in, bir topluluk içerisinde yüksek sesle okunan ve çoğunlukla on ayet uzunluğundaki bölümlerine verilen isimdir.
Abid:
Sözlükte, ‘hizmet eden, itaat eden, kulluk ve ibadet eden’ anlamlarına gelen ‘âbid’ kavramı; dini terim olarak, namaz, oruç, hac, zekât, dua, zikir, tevbe, cihâd, takvâ ve sabır gibi güzel amelleri işleyen; içki, kumar, zina, yalan, hırsızlık, gasp, zulüm ve adam öldürme gibi haramlardan kaçınan, kısaca Allah ve Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) itaat eden kimse anlamında kullanılmaktadır.
Not defteri
I. Dünya Savaşı 1.565 gün sürdü, 9 milyon insan hayatını kaybetti ve 22 milyon insan da sakatlandı. II. Dünya Harbi, 35 milyon insanın canına mal oldu, bu savaş sonunda 20 milyon insan vücudunun bir parçasını kaybetti. Savaş sonrasında da 12 milyon çocuk sakat doğdu. 13 bin ilk ve ortaokul, 6 bin üniversite ve 8 bin bilim laboratuvarı yıkıldı. 319 trilyon adet kurşun harcandı.
Tarihçi Suheyli’ye göre, Habeş Necaşi’si zorba amcasının zulmünden Arabistan’a iltica etmiş bir mülteciydi. Bir süre Bedir’de kalan ve vatanından çıkarılmasının ne demek olduğunu çok iyi bilen Necaşi’nin, ülkesine gelen Müslüman mültecileri bağrına basmasında bu durumun mühim bir etken olduğu söylenir.
Erenlerin hayatı
Eşsiz bir dâhi Bîrûnî
Üstün dehasıyla kısa sürede Hintli bilginler üzerinde şaşkınlık ve hayranlık uyandırdı.
Yaşadığı çağa damgasını vurup ‘Bîrûnî Asrı’ denmesine sebep olan zekâ harikası bir bilgin Bîrûnî. 973 yılında Harizm’de doğdu. Küçük yaşta babasını kaybeden Bîrûnî’yi annesi zor şartlarda yetiştirdi. Daha çocuk yaşta araştırmacı ruhu fark edilince saraya alındı ve eğitimine özel önem verildi.
Araştırmacı ruhu ve sönmeyen öğrenme azmiyle 17 yaşında eser vermeye başladı. Bîrûnî, ünlü bilgin Ebü’l-vefâ ile buluşup rasat çalışmaları yaptı.
Gazneli Mahmud, Bîrûnî’ye çok kıymet verir ve “O, sarayımızın en değerli hazinesidir.” derdi. Bîrûnî, Hindistan’ın Hazine Genel Müdürlüğü’ne tayin edildi ve orada Hint dil ve kültürünü bütünüyle inceledi. Üstün dehasıyla kısa sürede Hintli bilginler üzerinde şaşkınlık ve hayranlık uyandırdı. Bir devre adını veren ve çağını aşan ilmî hayatının zirvesine erişti. 1051 yılında vefat ettiğinde, yalnız İslâm âleminin değil, tüm dünyanın itibar ettiği en büyük bilginlerden olmuştu.
FARKLI İLİM DALLARINDA ESERLER VERDİ :
Bîrûnî, elinden kalem düşmeyen, gözü kitaptan ayrılmayan, zihni tefekkürden dûr olmayan bir dâhiydi. Arapça, Farsça, İbrânîce, Rumca, Süryânice, Yunanca ve Çinçe gibi pek çok dili iyi derecede öğrenmişti. Matematik, Astronomi, Geometri, Fizik, Kimya, Tıp, Eczacılık, Tarih, Coğrafya, Filoloji, Etnoloji, Jeoloji gibi 30 kadar ilim dalında eserler verdi.
Newton ve Fransız Piscard yaptıkları hesaplama sonucu ekvatoru 25.000 mil olarak bulmuşlardır. Hâlbuki bu ölçüyü Bîrûnî, onlardan tam 700 yıl önce Pakistan’da bulmuştu.
Bîrûnî, hastalıkları tedavi
konusunda değerli bir uzmandı.Yunan ve Hint tıbbı üzerinde çalışmış ve Sultan Mesud’un gözünü tedavi etmişti. Bitkilerin hangi derde şifa olduğunu çok iyi bilirdi. Eczacılıkla doktorluğun sınırlarını çizmiş, ilaçların yan etkilerinden bahsetmiştir.
AMERİKA’DAN İLK SÖZ EDEN ODUR:
Daha o çağda Ümit Burnu’nun varlığından söz etmiş, Kuzey Asya ve Kuzey Avrupa’dan geniş bilgiler vermişti. Christof Colomb’dan beş asır önce Amerika kıtasından, Japonya’nın varlığından ilk defa söz eden odur.
Dünyanın yuvarlak ve dönmekte olduğunu, yerçekiminin varlığını Newton’dan asırlarca önce ortaya koydu. Henüz çağımızda sözü edilebilen karaların kuzeye doğru kayma fikrini ise 9,5 asır önce yine Bîrûnî dile getirdi.
Kıssaca
Ateş lazım oldu
Abbasi halifesi Harun Reşid zamanında yaşamış olan Behlül Dânâ (8. yüzyıl) dönemin evliyasındandı. Zaman zaman aklından zoru olan kimselere has tavırlar takınır, herkes de bundan dolayı kendisini deli sanırdı. Daima Harun Reşid’in yakınında bulunur, çeşitli sebepler hasıl ederek onu uyarırdı.
Yine bir gün, üstü başı toz toprak içinde Harun Reşid’in huzuruna çıktı. Harun Reşid:
– Be ne hal Behlül, nereden geliyorsun?
– Cehennemden geliyorum hünkârım.
– Ne işin vardı cehennemde?
– Ateş lazım oldu da ateş almaya gittim.
– Peki, getirdin mi bari?
– Hayır, efendim getiremedim. Cehennemin bekçileriyle görüştüm, onlar “Sanıldığı gibi burada ateş bulunmaz, ateşi herkes dünyadan kendisi getirir.” dediler.
Kur’an konuşuyor
Bakmaz mısınız?
YARATILAN HER ŞEYE
“Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah’ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur’an’dan sonra hangi söze inanacaklar?” (Araf, 7/185)
“Dünyada hiç dolaşıp da, kendilerinden önce yaşamış milletlerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, bunlardan daha güçlü idiler. Ne göklerde ve ne de yerde Allah’ı engelleyecek bir şey yoktur. Çünkü O alîmdir, kadirdir (her şeyi hakkıyla bilir ve her şeye gücü yeter).”
(Fâtır, 35/44)
Allah’ın rahmetinin eserlerine
İşte bak, Allah’ın rahmetinin eserlerine! Ölmüş toprağa nasıl hayat veriyor! İşte bunları yapan kim ise, ölüleri de O diriltecektir. O, her şeye hakkıyla kadirdir.(Rum, 30/50)
Gökyüzüne ve yeryüzüne
Hiç üzerlerindeki göğe bakmazlar mı? Bakıp da Bizim onu nasıl sağlamca bina ettiğimizi, onda en ufak bir çatlaklık, dengesizlik olmadığını düşünmezler mi?
(Kaf, 50/6)
De ki: “Göklerde ve yerde neler ve neler var, bir baksanıza! ” Fakat bunca işaretler ve uyarılar iman etmeyecek kimselere ne fayda verir ki?
(Yunus, 10/101)