“Amerika’da misafir değil, ev sahibi olmayı seçtim”

Dr. Şeyma Aslan, 17 yaşında Türkiye’den Amerika’ya giden başarılı bir akademisyen. Kendisi Yale Üniversitesi Inovasyon Programı kurucu ve yöneticisi. Ayrıca dünyanın en büyük kozmetik firmasının da ARGE direktörü. Aslan geçtiğimiz yıl, 14 patent alarak çalıştığı bölümün rekorunu kırmış.

Doğu şehirlerinde sokaklar düz değil; genelde inişli çıkışlıdır.

Evler düzensiz, sokaklar dardır. Batı şehirlerinde ise tepeden bakıldığında birbirini paralel kesen sokaklar görürsünüz. Bu tercihin tek sebebi coğrafi özellikler değildir elbette. Doğu toplumlarında insanlar şehre
bir yabancı girdiğinde kaybolsun ve fark edilsin isterler. Anlayacağınız şehre aşinalıkla, bizdenlik adeta kucak kucağadır. Batı şehirlerinde ise elinde bir adres varsa; bir yabancı da çoğu yeri rahatlıkla bulabilir. Bu yabancı algısı, toplumların algısına da yansır. Doğu toplumlarında herkes ya bizden ya da onlardandır. Batıda ise herkes ‘o’ zamirinin altındadır.

GEÇMİŞTEN GETİRDİĞİMİZ ÖN YARGILAR!
Benzerlerin içindeki farklılıklar bile insana hayatı dar etmeye yetiyorken, somut bir ‘azınlık’ konumunun ve içinde yaşadığı toplumdan farklı olmanın getireceği zorluklar inkâr edilemez. Ama geçmişten getirdiğimiz önyargılar, az bir gayretle aşılabilecek bu zorlukları; önümüzde dikilen koca bir dağ haline getiriyor. Bize zenginlik katıp, değerimizi artıran özelliklerimiz, sırf bu algı sebebiyle, bizi hedeflerimizden alıkoyan hayali gulyabanilere dönüşüyor. Ve bu mantıkla başlıyor çoğumuzun başka diyarlardaki yolculuğu.

İşte L’Oreal firmasında başarılı bir yönetici, Yale Üniversitesi’nde akademisyen ve üç gönüllü kuruluşun yönetim kurulu üyesi olan Dr. Şeyma Aslan’ın hikâyesi tam da bu anlamda ezber bozacak nitelikte.

Şeyma Hanım, sadece kariyeri ve akademik başarısı ile dikkat çekmiyor, Müslüman bir Türk kadını olarak toplumsal tabuları kırma noktasındaki çabası da takdir edilesi. O, yabancı bir ülkede misafir olmak yerine, yeryüzü yurdunda ev sahibi olmayı tercih eden bir kişi. Gelin hikâyesini kendisinden dinleyelim.

Amerika yolculuğunuz ne zaman ve nasıl başladı?

17 yaşında Türkiye’deki başörtüsü problemi sebebiyle üniversite okumak için Amerika’ya geldim. Dayım ve teyzemin burada yaşaması etkiliydi bu kararda. İlk geldiğimde uzun soluklu yaşamayı düşünmüyor, mezun olduğum gün ülkeme dönmeyi planlıyordum. Ama üç dört sene sonra doktoramı da yapayım, burada kalayım gibi düşüncelerim oldu. Ondan sonra da akademik hayatım hiç bitmedi.

BİR YILDA 14 PATENT REKORU

Bize biraz işinizden bahsedebilir misiniz?
L’Oreal ARGE Laboratuvarları’nda bilim insanı ve bir araştırma grubunun müdürü olarak çalışıyorum. Asıl alanım yüzey bilimi. Global Inovasyon Platformu’nun liderliğini üstlendim ve Kuzey Amerika, Güney Amerika ve Afrika kıtalarındaki bilim insanlarını yöneterek, çıkarılacak yeni inovasyonları formüle ettim. Şu anda cilt bölümü Luxe kategorisinde yer alan Kiehl’s, ITC, ve Lancome gibi markaların dermtolojistleriyle yakın temas halinde ürün geliştirme ve inovasyon müdürlüğünü yapıyorum. Geçtiğimiz sene 14 patent alarak çalıştığım bölümün rekorunu kırmak nasip oldu ve 3 sene üst üste yıllık araştırma sempozyumunun en başarılı çalışması ödülünü aldım.

Amerika’da Müslüman olmak zorluktan çok sorumluluk demek

“MÜSLÜMAN KİMLİĞİM EN ÜST KONUMDA”

Amerika’da yaşayan Müslüman, başörtülü ve Türk bir kadın olmak size nasıl hissettiriyor? Taşıdığınız kimliklerin kişisel hayatınızda size pozitif ya da negatif bir etkisi oluyor mu?

Müslüman kimliğim en üstte ve kırmızı çizgilerimi belirleyen konumda. Amerika’da yüzde bire bile karşılık gelmeyen bir azınlık olarak yaşıyoruz. Azınlık olmak zorluklarıyla birlikte geliyor tabi ki. İstediğiniz sıklıkta ibadet mekânı, her yerde uygun yiyecekler bulamayabiliyorsunuz. Fakat bu zorlukların yanında, “Senin için ne yapabilirim?” diyen çok güzel ve anlayışlı insanlarla karşılaştım hep. Yaşamımın çoğunu New England denilen Amerika’nın Doğu Yakası’nda geçirdim. Genellikle akademisyen çev- resi içerisindeydim. O sebeple çevremde genelde liberal, açık görüşlü insanlar vardı. Kendim olma konusunda çok zorluk yaşamadım.

Bir ortama girdiğinizde, “Ben Müslümanım ve ona göre davranmalıyım?” diye geçirdiğiniz oluyor mu içinizden?

Amerika’da Müslüman olmayı zorluktan çok sorumluluk olarak görüyorum. Müslümanların oranı yüzde bire bile tekabül etmeyince, çoğu insan için ilk tanıştıkları Müslüman ve başı örtülü kişi siz olabiliyorsunuz. Bu çok büyük bir sorumluluk getiriyor beraberinde. Çünkü belki sizinle kafalarında oluşan tabuları yıkabilecekler.

AMERİKALI HOCAMDAN DEĞİL TÜRK HOCAMDAN ELEŞTİRİ ALDIM!
İnancınız ya da kıyafetiniz sebebiyle hiç eleştirildiniz mi? 
Buradaki insanlar da sizinle ilgili hoş olmayan şeyler düşünebiliyor. Özellikle medya sebebiyle. Fakat yüzünüze karşı kesinlikle öyle davranmıyorlar. Ben aslında Türklerden daha fazla negatif tepki aldım. Üniversite birinci sınıftayken Türk bir hocam vardı. Kendisiyle tanışmaya gittim fakat başörtümden dolayı bana oldukça sert ve soğuk davrandı. Onunla görüştükten sonra ağlamıştım. Tabi Amerikalı arkadaşlarım ne olduğunu anlayamadı.

A ynı zamanda akademik hayatınızı da hocalıkla devam ettiriyorsunuz.

Yale Üniversitesi’nde uzun yıllardır hem öğrenci hem de araştırmacı ve eğitmen olarak bulunuyorum. 2 master, doktora ve post-doktoramı Yale Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra aynı okulda “İnovasyon ve Yeni Ürün Geliştirme” programının kurucu ve yöneticisi olarak ders vermeye devam ettim. Kurduğum program, 5 farklı dalda modelleme olarak kullanılan bir proje haline geldi. Öğrencilerimizle patent çalışmalarımız devam ediyor.

Yabancı bir ülkede kendi kimliğinizle var olmaya çalışmak zor mu?

Her şeyin bir zorluğu var tabii ki. Fakat “Her zorluk içerisinde bir kolaylık var.” ayetinin anlamını yakinen gördüm. Allah bana çok güzel kapılar açtı. Çok güzel insanlarla tanıştırdı. Çok şükrediyorum. Şu anda hayatımın yarıdan fazlasını Amerika’da geçirmiş bulunuyorum. Yeniden seçim yapma imkânım olsa yine burayı seçerdim.

“MÜSLÜMAN KİMLİĞİM EN ÜST KONUMDA”

Amerika’da yaşayan Müslüman, başörtülü ve Türk bir kadın olmak size nasıl hissettiriyor? Taşıdığınız kimliklerin kişisel hayatınızda size pozitif ya da negatif bir etkisi oluyor mu?

Müslüman kimliğim en üstte ve kırmızı çizgilerimi belirleyen konumda. Amerika’da yüzde bire bile karşılık gelmeyen bir azınlık olarak yaşıyoruz. Azınlık olmak zorluklarıyla birlikte geliyor tabi ki. İstediğiniz sıklıkta ibadet mekânı, her yerde uygun yiyecekler bulamayabiliyorsunuz. Fakat bu zorlukların yanında, “Senin için ne yapabilirim?” diyen çok güzel ve anlayışlı insanlarla karşılaştım hep. Yaşamımın çoğunu New England denilen Amerika’nın Doğu Yakası’nda geçirdim. Genellikle akademisyen çevresi içerisindeydim. O sebeple çevremde genelde liberal, açık görüşlü insanlar vardı. Kendim olma konusunda çok zorluk yaşamadım.

“Siz görmezseniz, Amerika’da eğer siz önünüzde engel olarak görmezseniz inancınızı kimse görmüyor. Türkiye’de konumdan ötürü saygı başlar. Ama Amerika’da kimseye konumu sebebiy- le bir değer atfedilmiyor. Saygıyı bilginizle, karizmanızla oluşturursunuz.

merika’da azınlık olmak başarıya engel değilse o zaman önümüz- deki asıl engel ne?

‘İnsan için en büyük engel kendisidir.’ diye bir söz var. Biz bir olumsuzluk yaşadığımızda engeli hep dini kimliği- mizde görüp ümitsizliğe kapılıyoruz ve yapabileceklerimizi de yapamıyoruz. Bunu siyahi arkadaşlarımda da görü- yorum. Ama realitede belki sebep çok farklı. Ben şimdi işe alan tarafında da olduğum için görüyorum. Bir pozisyon için beş aday geliyor mesela. Hepsinin özellikleri ve mülakatları çok iyi, fakat birinin çok spesifik bir özelliği var. Bu durumda o özelliği olanı seçiyorsunuz. Burada başka bir art sebep aramaya gerek yok.

“BAŞKALARI 10 SAAT ÇALIŞIYORSA BİZ 12 SAAT ÇALIŞMALIYIZ!”

“Aynı kalitede ve vasıflara sahip iki kişi iş başvurusunda bulunsa ve bu kişilerden biri beyaz Amerikalı, diğeri Müslüman, hatta başörtülü olsa, kesinlikle Amerikalı kişi tercih edilir.” düşüncesi doğru mu?

Uluslararası şirketlerin prensipleri çok farklı. Sadece çalışanlarında değil yönetici kadrosunda da artık farklı bir yelpaze oluşturma gayretinde pek çok firma. O yüzden farklılıklarımız bir avantaj bizim gibi azınlıklar için. Ama tabi ki, “Ben başörtülüyüm, farklıyım. Hadi beni bir yere getirin.” olmuyor. Gerekli meziyetlere sahip

olmak ve çok çalışmak gerekiyor. Arkadaşlarınız 10 saat çalışıyorsa siz 12 saat çalışacaksınız. Ve işinizin ehli olduktan sonra da, işverenler bu çeşitlilik politikası sebebiyle, beyaz Amerikalı bir erkek yerine rahatlıkla Müslüman başörtülü bir kadını tercih edeceklerdir. Mesela benim çalıştı-ğım L’Oreal firmasının 120 yıllık tarihi boyunca hep beyaz ve erkek CEO’su olmuş. Şu anda bir kadın yöneticiyi o yere getirebilmek için eğitiyorlar. Ka- dınlar olarak azınlıkta olduğumuz için artık aynı kalitede iki insan arasında seçilme ihtimalimiz çok daha yük- sek. Çünkü firmalar dışarıya çeşitlilik mesajı vermek istiyorlar.

“SAYGIYI MAKAMINIZLA DEĞİL BİLGİNİZLE OLUŞTURURSUNUZ”
O zaman size göre en büyük engel kendimizi algılama biçimimiz mi? Hani, görüntüsünden rahatsızlık duyan bir ergen sürekli kendine bakıldığını zanneder. Hâlbuki kimsenin umurunda değildir. Aynen bu mesele de öyle.

Bazen kafamızda çok büyütüp sahip olduklarımızı engel haline getirebiliyoruz. Biz başörtüsüne takıldığımız için etrafımız da takılıyor. Amerika’da eğer

siz önünüzde engel olarak görmezseniz inancınızı kimse görmüyor. Türkiye’de konumdan ötürü saygı başlar. Ama Amerika’daki insanlar kimseye konumu sebebiyle bir değer atfetmiyor. Saygıyı bilginizle, karizmanızla oluşturursunuz.

Bu saygınlık nasıl oluşturulur?

Kendimden örnek vereyim. Daha ikinci sınıf öğrencisiydim. Calculus dersimiz vardı üniversitede. Ben de çok aktiftim o derste. Dersin sonlarına doğru sınıf arkadaşlarım hep bana soru sormaya başladı. Genç bir çocuk vardı, sınıfın kapısını açar- dı benim için. Yani demem o ki çok çalışan saygıyı kazanıyor. Burada çalışmanın kesinlikle karşılığı var.

“DİNİNDEN DOLAYI GURURLU BİR KADIN GÖRÜYORUM”
Kendinizi hiç resmin dışında hissettiğiniz olmadı mı?

Bence Müslüman olarak bizim mekânımız yeryüzü. İyiliği çoğaltmak için köşede misafir gibi durmak değil, aktif bir biçimde resmin içerisinde yer almak insana çok şey katıyor. Siz kendinizi geçemezseniz, topluma katacağınız bir şey olmuyor. İnsan dünyaya bir şey katmak için yaratıldı. Fakat eğer, “Ben bu başörtüsünü taktığım için kim bilir hakkımda ne düşünüyor bu insanlar?” düşüncesinden kopamazsanız, bir nevi aşağılık kompleksine kapılırsınız ve biricikliğinizi fark edemeyip, başarabileceklerinizi yapamazsınız.

Washington’da Müslümanları temsilen bir derse katılmıştım. Dersin sonrasında Musevi bir beyefendi söz istedi ve şöyle dedi: “Ben burada dininden dolayı çok gururlu bir kadın görüyorum. Ve çok şaşırdım. Bunu Musevi kadınlarda da görüyorum. Musevi anneler de dinlerine oldukça bağlı, oldukça gururlu ve insanların önüne çıkmaktan hiç vazgeçmeyen insanlardır.”

“Dünyaya vereceğimiz çok büyük değerlerimiz var”

“Benim sana vereceğim çok büyük değerlerim, özverim, insanlık sevgim var.” diyebil- meliyiz. İşte bu noktada kişi, farklılıklarını bir fazlalık değil de, şans olarak görürse işin seyri değişiyor. Bir de Kâinatın Yaratıcısını da arka- nıza alırsanız, özgüveniniz tavanda oluyor.

Bu sosyal aktivist bir durum aynı zamanda.

Tüm bu farklılıkların içerisinde kendi kültürünüzü nasıl korudunuz?
Nerede hangi konumda olursak olalım, kimliğinizden uzaklaşma tehlikesi hep var. Tabii ki azınlıkta olan bir grup için çok daha büyük bir tehdit bu. Belki yaşadığınız yerde bir ezan sesi yok size dininizi hatırlatacak. Fakat bu durum aynı zamanda sizi bozulma tehdidine karşı teyakkuzda tutuyor. Bizler kimliğimizi korumak için kaygı ve gayret taşırsak Allah bir şekilde merhamet ediyor.

“SEN ANNEANNEMİN DUASISIN” Bulunduğunuz ortamlarda genelde yalnız mıydınız?
Anneannem, “Allah sizi iyilerle karşılaştırsın!” duasını ederdi sürekli. Ve ben o duasının karşılığını çok gördüm, hep iyi insanlarla karşılaştım. Mesela koca üniversitede Türkmenistanlı bir kız arkadaşımla aynı bölümdeydik. Sonra onunla ev arkadaşı olduk ve birbirimizi hep iyiye yönlendirmeye çalıştık. Yine doktoramı yaparken de, annesi İtalyan, babası Hindistanlı, Sarah isimli bir kız arkadaşımla aynı ofisi paylaştık. Ofisin kapısını kapatıp birlikte namaz kılardık. Birbirimize hep kuvvet verdik. Hatta ona, “Sen ananemin duasısın.” demiştim.

Genelde aynı dinden insanlarla mı arkadaşlık kurmayı tercih ediyordunuz ilk geldiğinizde?
Bana Rabbimi hatırlatan sadece Müslüman arkadaşlarım değildi. Katolik bir tarih profesörü arkadaşım dinimde daha derinleşmemi sağladı mesela. Seksen yaşında, sürekli sosyal aktivizmiyle insanlar için bir şeyler yapmaya çalışan Musevi bir arkadaşım da bende derin izler bıraktı. Gördüğümde bana iyiliği çoğaltmayı hatırlatan her insan kendi çizgimde sabitleşmeme ve inancım- da derinleşmeme sebep oldu.

Hep pozitife odaklanıp, negatif şeyleri görmemeye çalışıyorum. ‘Bazen sağır olmanız gerekir.’ mantığını benimsiyorum. Söylenen negatif şeylere çok takılmam. Düzeltebileceğim bir şey var mı diye bakarım.

Anlattıklarınızda hiç negatif bir durum, şikâyet ya da serzeniş yok. Gerçekten hiç mi olumsuz bir şey yaşamadınız Amerika’da?
Benim yaklaşımım galiba hep pozitife odaklanıp, negatif şeyleri fark etmemek. Vefat eden Supreme Court’un başındaki Ruth Bader Ginsburg Hanım’a, “Nasıl başarılı oldunuz?” diye sorduklarında, “Bazen sağır olmanız gerekir.” demişti. Karakterim de biraz böyle zaten. Söylenen negatif şeylere çok takılmam. Düzeltebileceğim bir şey var mı diye bakarım. Zaten negatif insanlarla da pek bir araya gelmiyorum. Ya da onlarla birlikteyken de duymuyorum. Hep pozitif geri dönüşümler aldım.

Yurt dışında çalışan bir anne olmak nasıl bir tecrübe?
17 yaşımda geldim Amerika’ya ve kolaycılığa alışmayınca bir şekilde buradaki şartları normalleştiriyorsunuz. Rahata alışıp buraya gelseydim daha zor olabilirdi. İş arkadaşlarımdan anneleri çok yakınlarında olan insanlar var. Çocukları okuldan çıkınca ananeleri alabiliyor. Ama benim öyle bir lüksüm yok. Kız kardeşim var yakınımda onunla paslaşabiliyoruz. Annemler doğumlarımda geldi, kayınvalidemler de yardımcı olmaya çalıştı. Öncesinde planlama yapılınca bir şekilde yürüyor. Burada anne-babaya düşüyor görev. Biz de eşimle iş bölümü yapıyoruz. Amerika’da bakıcı çok sorun ve pahalı. Ama şu an kızım sekiz yaşında ve o dönemi atlattık şükür.

Peki ya aile hayatınız?

Yabancı bir ülkede yaşamanın bir güzelliği var. Kendi yanlışlarınızı görüp, yaşadığınız toplumdaki güzellikleri onların yerine koyabiliyorsunuz. Çevremizde de ‘hayatı paylaşan eş’ ilişkisini görünce, eşimle bu modellemeyi yerleştirdik hayatımıza. Kızımızın, evimizin bakımını ortak yapıyoruz.

Yöneticilik, hocalık, sosyal sorumluluk projeleri, evlilik ve annelik, Şeyma Aslan’ın bir günü nasıl geçiyor, kaç saat çalışıyor?

Sabah namazıyla başlıyorum güne. Günde 12 saat işimde çalışmam gerekiyor. 6-6 arası yöneticilik pozisyonuma dair işleri yürütüyorum. Akşamları üniversitede ders veriyorum ya da yönetim kurulunda olduğum

organizasyonların toplantıları oluyor. Cumartesi ya da Pazar yarım gün mutlaka toplantım oluyor ve üniversitedeki derse hazırlanmam gerekiyor. Bir yarım gün de kızımla ve ailemle geçirmeye çalışıyorum. Yoğun bir tempo ama insan alışınca normal geliyor. Benim en büyük motivasyonum öğrenmek. Öğreniyorsam uzun saatler de olsa çalışabiliyorum. Çok yorulduğumda kitapla rahatlıyorum.

10 Soruya 10 cevap

1- En sevdiğiniz kelime?

Hakikat

2- En nefret ettiğiniz kelime?

Zulümat

3- Sizi ne heyecanlandırır?

Yeni şeyler öğrenmek ve hayret makamına yükselmek.

4- Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz?

Müzik konusunda yetenekli olmak isterdim.

5- En önemli kusurunuz nedir?

Bir şeyi çok düşünmek.

6-Hayat felsefenizi hangi slogan özetler?

Biz bu dünyaya taallümle tekemmül için gönderildik.

7- Mutluluk rüyanız nedir?

Barış ve özgürlüğün tüm dünyaya hâkim olması ve masumların çehrelerinin gülmesi.

8- Kahramanınız kim?

Birle sınırlandırmak çok zor. Kıymetli anneciğim ve rahmetle babaannem. Genç yaşında dünya adına çok güzel işler yapan Greta Thunberg. Hukuk alanında bir dev olan Ruth Bader Ginsburg. Özgürlük ve eşitlik için çok bedel ödeyen Nelson Mandela. Bilim alanında Marie Curie ve daha niceleri…

9- Sizce mutsuzluğun tanımı nedir?

Asıl mahiyetini unutmak ve O’n- dan (cc) kopuş…

10- Öldüğünüzde Cennet’e giderseniz (inşallah) Allah’ın size ne söylemesini istersiniz?
Ebu Bekir Efendimize dediği gibi bana da, “Ben senden razıyım.” dese keşke…

Haber bültenine abone olun.

En son haberler, teklifler ve özel duyurulardan haberdar olmak için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen isminizi yazın

Bu hafta en çok okunanlar