Hasan Çağlayan
Dağlar duruyor yerinde; sen gittin. Rüzgâr esiyor sessizce; Aksu masmavi akıyor. Serçeler dallara konup kalkıyor. Ama sanki yıkılmış dünya. Şehrin kolu kanadı kırık. Evler ışıksız; kalpler buruk. Çınarlı caddelerde bir ağıt var ki dinmez. Acılar düğüm düğüm. Gözyaşı sel. Artık ağır misafirdir, kolay kolay gitmez keder. Aah, Recep Şükrü, sen gittin; yarım kaldı hikâyeler.
İstanbul mesela, biz de görmüyoruz. Yine mavili, yine vapurlu, yağmurlu mu? Akademi, Kız Kulesi, Sarayburnu duruyor mu? Doymadık; dostlarla ne güzeldi günler. Okuduk, yazdık; söyledik, sustuk. Gezdik, dolaştık; yedik, içtik. Recep Şükrü, bir rüyanın içinden hızla geçtik. Günlerimiz şiirdi, gecelerimiz öykü. Ah, kırıldı fayımız; sustu türkü.
Fatih’ten gelirdin. Sonra Serdivan. Cümleler toplardın dört bir yandan. Güzel gülerdin; farklı bir tat katardın güne. Beraberdin renkler, desenler ve seslerle. Kalemdi dünyan; bir başka letafet verirdin cümlelere. Öykü susardın; öykü söylerdin. Can Ağrısı derdin; şifa bilirdin. Yaşama sevincin olmuştu yazmak. “Çekiç Ayranı,” “Uzun Bir Secde,” “Bahçedeki Ev…” Bir dünya kurmuştun Maraş’tan başlayarak.
Kitapların duruyor rafta; sen gittin. Hatıralar yeşeriyor andıkça, nerdesin? Şimdi her birimiz bir yerde gurbetteyiz. O güzel günlere hasretteyiz. Doluyor gözlerimiz düne baktıkça. Gülüyor kalplerimiz sabah oldukça. Sen yine öyküler düz hayata. Biz yine mısralarla yürüyelim yarına. “Gün doğmadan neler doğar…” bilirsin. Bir gün pür sevinç geliriz yanına.
“Hanımelleri, zakkumlar, akasyalar, kara üzümler, ardıçlar, sedirler, asma bağlar, ne de güzel açmışlar. Neşe içindeler. Selvi, sundurmanın yanı başında boynunu bükmüş, seni ağırlıyor. Asmalar salkım salkım üzümlerini senin için şekerlemişler. Sedir, akasya, çalı, ardıç senin için salınıyor. Ortasındasın yeşilin.” Bir başka âlemdesin. Ne güzel insandın Recep Şükrü; gittin.