Gençlik Postası
HAZIRLAYAN: Neva Özgün
Hangimiz okul hayatının hemen bitmesini arzulayıp iş hayatına atılmayı istemedi ki? Okul öncesi eğitim süreci ile başlayıp ilkokul, lise, üniversite, yüksek lisans ve doktora derken yıllarımız eğitimle geçiyor. Bazen bizi zorlayan bu süreçten geriye dönüp baktığımızda şikayet etsek de yapılan yeni bir araştırma, yüreğimize su serpiyor. Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’yle Washington Üniversitesi’nin bilim insanları, yaptığı araştırmayla okulda ve üniversitede geçirilen her yılın ortalama yaşam süresini uzattığını tespit etti. Bu çalışma ile eğitim süresiyle yaşam uzunluğu arasındaki orantı ilk kez hesaplanmış oldu. Araştırma kapsamında, ABD ve Birleşik Krallık gibi gelişmiş ülkelerle Çin ve Brezilya gibi gelişmekte olan ülkeler mercek altına alındı. Toplanan veriler, tam zamanlı eğitimle geçen her yılın, ölüm riskini yüzde iki oranında azalttığını ortaya koydu.
Okula Gitmemek Sigara İçmekle Aynı
The Lancet tıp dergisinde yayımlanan çalışmada ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite eğitimini tamamlamanın ömür boyu sağlıklı beslenmeye eşdeğer fayda sağladığı belirtildi. Ayrıca buna ek olarak yüksek lisans yapmış kişilerin ölüm riskinin, hiç eğitim almayanlara kıyasla yüzde 34 oranında azaldığı belirlendi. Diğer yandan hiç okula gitmemenin, her gün alkol tüketmek ya da 10 yıl boyunca günde bir paket sigara içmekle eşdeğer zarar verdiği ortaya kondu.
Eğitim Ömrü Nasıl Uzatır?
Elbette ilk başta eğitimle birlikte sağlıklı bir yaşamın gelmesi eğitimli kişilerin daha rahat sağlıklı bir yaşam tarzı oluşturabilmesinden geliyor. Tabii bu hayatı sürdürebilmekte yüksek bir gelir ve sosyal kaynakların çoğalmasıyla mümkün. Araştırmayı gerçekleştiren bilim adamları, eğitimli kişilerin daha iyi sosyal ilişkiler kurabildiklerine ve bilgileri analiz ederek daha doğru kararlar alabildiklerine dikkat çekiyor. Eğitimli kişilerin daha fazla gelir elde ederek, yaşam standartlarını yükselttiklerini de belirtiyorlar. Ayrıca araştırmacılara göre bu kişiler eğitimsiz kişilere göre daha iyi koşullarda barınıyor ve daha iyi besleniyor.
MODA IKONU
MONOKROM GİYİMİN İPUÇLARI
70’li yılların popüler giyim modası monokrom, kıyafette renk uyumu temeline dayalı bir akım. Tek renk ya da belirgin desenin başrolde olduğu bir kombin olarak tanımlanıyor. Gündüzden geceye her kıyafet kombinine uygulanabilen bu akımın en önemli noktası renk uyumu. Kıyafetiniz, ayakkabıdan çantaya kadar tek bir rengin tonları ile uyum içinde olmalı.
Kumaş Aynı Olmak Zorunda Değil
Monokrom stili elde etmek adına tek renk giyinirken düz renkler seçilmeli. Koyu mavi bir pantolonu, açık mavi bir jean gömlek ile eşleştirmek gibi. Bir diğer püf nokta ise kumaşlar. Bu akımda parçaların kumaşları aynı olmak zorunda değil. Deri, süet, şifon, keten… Her türlü kumaşı birlikte kullanabilirsiniz.
Bu giyim stilinde ne kadar siyah ve beyaz başta olmak üzere sarı, fuşya ve mavi gibi renkler dikkat çekse de soft renkler kullanmak da harika bir fikir. Monokrom tarzın sırlarından biri de aynı renk ailesinden gelen desenleri kullanabiliyor olmanız. Siyah ve beyaz gibi klasik renklerde çizgili bir bluz ile aynı renk tonundaki bir pantolondan oluşan tesettür ikili takımlar, görünümünüze anında farklı bir boyut kazandırır.
AYRAÇ
BAVULA SIĞMAYAN
NERMİN YILDIRIM
Bir gün çekip gitmeye kalksak bavula sığmayacak ne çok şey var hayatımızda. Ayrılıklar, mutluluklar, ölümler, üzüntüler… Her öyküde hayatınızın bir dönemine yolculuk yapacağınız, “Ben bu duyguyu biliyorum.” diyebileceğiniz, tüm olumsuzluklara rağmen hayatın bir yerinden tutmayı başardığınızı hatırlayacağınız bu kitabı okuduğunuz süre boyunca zaman zaman sarsılacaksınız. Okuyucuyu duygudan duyguya geçiren karakterleri, akıcı, sade dili ve basit olayların altında yatan büyük ve anlamlı mesajları ile Bavula Sığmayan, öykü kitapları arasında farklı bir yerde. “Nereye uçarsa uçsun orada mutlu olacağına inanan iyimser bir kuş havalandı içimden. Nereye konarsa konsun orada yalnız kalmayacağını sanan sersem bir kuş.”
İkinci Dünya Savaşı sırasında neredeyse tamamının yıkıldığı, savaş sonrası aslına uygun şekilde yeniden inşa edilen bir şehir Dresden. Geçmişteki acılarından hızlı bir şekilde toparlanan şehri şimdilerde ziyaret ettiğinizde nefis barok mimarisi sanki yüzyıllardır ayaktaymış hissi veriyor. Elbe Nehri’nin kuzey kıyısında yükselen sarayların kuleleri ve kubbeleri, kiliseler ve görkemli yapılar eşsiz bir manzara sunuyor ziyaretçilerine. İlginçtir ki büyüklüğüne ve yarım milyonu aşan nüfusuna rağmen Dresden, keşmekeşten uzak, oldukça yavaş akan bir zamana sahip.
Almanya’nın Mücevher Kutusu:
Dresden
Altmarkt Meydanı
Dev kare şekli ve onu çevreleyen sokakları, tarihi dokusu ile belediye binası, doğu mimarisi örneği ile Kültür Sarayı, mağazalar, restoranlar ve sanat merkezleri ile çevrili bu meydan, şehrin adeta kalbi. Meydan birçok tarihi yapıyı barındırmasının yanında mevsimlik pazarlara ve etkinliklere de ev sahipliği yapıyor. En önemlisi ise Almanya’nın en eski geleneksel pazarlarından biri olan Dresden Noel Pazarı.
Frauenkirche Katedrali
Savaş sırasında tamamen yıkılan kilisenin kalıntıları 50 yıl boyunca kaldırılmazken, 1994’te Almanya’nın birleşmesinin ardından yeniden inşa edilerek 2005 yılında açılmış. Kadınlar kilisesi olarak da bilinen bu görkemli yapı, şehrin barok mimari başyapıtlarından biri. Tüm kente hâkim barok kubbesiyse göz alıcı.
Zwinger Sarayı
Kale Avlusu olarak bilinen Zwinger’ın 21 yıl süren yapımında ufak bir sanatçı ordusu çalışmış. Sanatçılar mimar Matthaus Daniel Pöppelmann’ın önderliğinde hareket ederken 1707’de başlanan çalışma 1728’de bitmiş. Devasa avlu içerisinde bahçeler, havuzlar, çeşmeler ve birbirine bağlı görkemli beş köşk bulunuyor. Dresden’de toplanan kültür hazineleri o kadar çok ki Saksonya hazineleri ve mücevherlerinin sergilendiği Saray Müzesi de görmeniz gereken yerler arasında.
Albertinum
Burası aslında bir kraliyet cephaneliği. Adını 1884 ve 1887 arasında, kendisinin ve ailesinin topladığı ganimetleri saklamak için uygun bir yer hâline dönüştüren Kral Albert’dan alıyor. İmparatorluk tarzı inşa edilmiş bu bina dünyanın en muhteşem galerilerinden birine ev sahipliği yapıyor.
İlkleri Yaşatan Kadın Sporcular
Yıllardır erkeklerin rekorlarıyla anılan spor dalları, artık kadınlara emanet. Artık pek çok spor dalında erkek sporcuları gölgede bırakan ilham verici kadınları konuşuyoruz. Son dönemdeki başarılarıyla sürekli konuştuğumuz A Millî Kadın Voleybol Takımı ve kadın sporcularımız, ilkleri yaşatmaya devam ediyor.
ŞAHİKA ERCÜMEN / SERBEST DALIŞÇI
Milli serbest dalışçımız Şahika Ercümen, 1998 yılından bu yana katıldığı yüzme ve sualtı müsabakalarında 100’ün üzerinde madalya aldı. Ercümen’in son rekoru ise Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılına özel Hatay’da 106 metreye yaptığı dalış oldu. Bu başarısıyla Sırbistanlı Lena Balta’nın paletsiz değişken ağırlık kategorisindeki 105 metre dünya rekorunu kırmayı başardı ve yeni bir rekora imza attı.
BAŞAK MİRELİ / YELKENCİ
Atlantik Okyanusu’nu tek başına geçen ilk Türk kadını Başak Mireli. 12 metrelik İstanbul adlı teknesiyle Yeşil Burun Adaları’ndaki Mindelo marinasından okyanusa açılan Mireli, 24 günde Karayipler’deki Martinik’e ulaşarak adını tarihe yazdırdı.
AYSU TÜRKOĞLU / AÇIK SU YÜZÜCÜSÜ
2001 doğumlu Aysu Türkoğlu genç yaşta ulaşılması zor başarılara imza atan bir sporcu. Diğer açık denizlere göre çok daha zorlu olarak bilinen Manş Denizi’ni 16 saat 28 dakikada, İrlanda-İskoçya arasındaki Kuzey Kanalı’nı 11 saat 48 dakika da yüzerek geçti.
ÇAĞLA BÜYÜKAKÇAY / TENİSÇİ
Çağla Büyükakçay tenisin yalnızca yurt dışında değil ülkemizde de popüler olabileceğini kanıtlayan bir sporcu. 2016 Fransa Açık Tenis Turnuvası ön elemelerinde başarılı olarak, Grand Slam turnuvalarında boy gösteren ilk Türk kadın tenisçi olan Çağla Büyükakçay, Rio’daki 2016 Olimpiyat Oyunları’na katılmaya hak kazanıp olimpik seviyede de Türkiye’yi temsil eden ilk tenisçi olarak tarihe geçti.
BUSENAZ SÜRMENELİ / MİLLİ BOKSÖR
1998 yılında Trabzon’da dünyaya gelen Busenaz Sürmeneli adını ilk kez 2019 AIBA Dünya Kadınlar Boks Şampiyonası’nda altın madalya kazanarak duyurdu. 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları’nda altın madalya kazandığında tüm dünya onun adını duydu. Busenaz Sürmeneli, kadınlar boks tarihinde ilk olimpiyat altın madalyasını kazanan Türk kadın sporcu unvanını taşıyor.
BİR SÖZ
Kişiliğimiz, yaşamımız boyunca ayırt etmesi zor ya da imkânsız olan tohumlarla gelişir. Kim olduğumuzu ise sadece eylemlerimiz ortaya çıkarır. (Carl Gustav Jung)
Bir kelime: LÂFÜGÜZAF
Boş lakırdı, yersiz söz. Manası olmayan konuşma. Dilimize Farsçadan geçmiştir. Lâf kelimesiyle, boş söz manasındaki güzaf kelimesinin birleşmesiyle oluşmuştur.
BİR BİLGİ
250 bin ton ağırlığa, 365 metre uzunluğa sahip ve 20 güvertesi ile dünyanın en büyük yolcu gemisi Icon of the Seas, 2 bin 805 kamarada 7 bin 600 yolcu ve mürettebat dahil yaklaşık 10 bin kişiyi ağırlayabiliyor.