Durdu Ozan
Eşim Ubeydullah b. Cahş ile putlara tapmak ve içki içmek başta olmak üzere Mekkeli müşriklerin yapageldikleri her şeyden şiddetle kaçınıyorduk. Çok şükür ki İslamiyet’i kabul edip ona canıgönülden sarılmamız zor olmadı. Ne yazık ki başta öz babam olmak üzere Mekke’nin önde gelenleri İslam’a düşman kesilmişti. Çevrelerine topladıkları yandaşlarıyla Efendimizin karşısında durdular. Nefes alma hakkı yoktu Müslümanların. Habeşistan’a hicretler bu yüzden başladı. Hicret, nefes alma ve dini yaşamanın diğer adıydı. Hicret, canı ve namusu korumaktı. Hicretin kendisi bizzat ibadetti. Habeşistan’a giden kafilelerin ikincisiydi bizimki. Yolumuz uzun ve meşakkatliydi.
Yüreğimiz Ağzımızda Bekledik
Uzun bir yolculuğun ardından nihayet feraha çıktık. Habeş hükümdarı Necaşi’nin konukseverliği ile karşılandık. Elbette bizi geri götürmeye gelen heyet karşısında heyecan ve korkuya kapıldık. Neticede Necaşi Hristiyan, biz Müslümandık. Mekke’den gelen heyet, bizim sahiplerimizden kaçan köleler olduğumuzu iddia ediyordu. Bu, o zaman için büyük bir suçtu.
Huzura çağrıldığımızda çok korktuk. Gözlerimiz hükümdarda, yüreğimiz ağzımızda bekledik. Sorular, cevaplar; dinlemeler, susmalar ve hayırla neticelenen bir meclis… İstediğimiz kadar hür bir şekilde yaşayabileceğimiz garantisi verilmişti toplantı sonunda.
Hicrette İslam’ı Terk Ediş
Aradan zaman geçti. Bir yandan kızım Habîbe ile ilgileniyor bir yandan kocamın kayıp gidişini izliyordum. Eşim günbegün değişiyor, İslam’dan uzaklaşıyordu. İslam öncesi araştırıp bulmuş olduğu Hristiyanlığın daha hayırlı olduğunu söylüyor ve insanları buna çağırıyordu. Gittikçe uzaklaştı Müslümanlardan. Cemaati, sohbeti, namazı ve en sonunda dini terk etti. Bir gün Hristiyanlığını açıktan ilan etti. Artık onunla yollarımı ayırma zamanıydı. Beraber hicret ettiğim hayat arkadaşım dinden dönmüştü. Çaresizdim. Memleketinden çok uzakta, ailesi tarafından reddedilmiş, küçük bir kız çocuğu ile yapayalnız bir kadındım artık.
Zor Günlerin Ardından Gelen Sürpriz
Üzüldüm. Ağladım. Allah’a sığındım. İnancımda hiç sarsılmadım. Allah yeterdi, o ne güzel vekildi. Bir gün odamın kapısı çalındı. Gelen, Necaşi’nin elçisi Ebrehe idi. Hayatımda hiçbir haber beni onun getirdiği kadar heyecanlandırmadı. Dediğine göre Allah resulü krala benimle evlenmek istediğine dair mektup yazmıştı. Elbette emin olamadım. Nihayet Ebrehe “Kral, nikâhını kıymak için bir vekil tayin etmeni istiyor.” dedi. O zaman emin oldum. Sevincimden elimde ne kadar takı varsa hepsini Ebrehe’ye hediye ettim. Allah beni imtihan etmiş ve neticesinde güzelce mükâfatlandırmıştı.
Nikâh, beraberinde güzellikler getirdi. Necaşi Müslüman oldu. Medine’den gelen heyet hem nikâha şahitlik yaptı hem de hazırlıklara yardım etti. İki gemi hazırlandı bizim için. Medine’ye gidiyorduk. O sırada Hayber kuşatma altındaydı. Nihayet zafer kazanıldı. Efendimizin “Bilmem iki şeyin hangisi ile sevineyim. Hayber’in fethi ile mi yoksa Cafer’in gelişi ile mi?” diye mutluluğunu ifade edişini hatırlarız o güne dair.
Sadakat Ve İmanla Geçen Bir Ömür
Sevgili peygamberimizle evliliğimiz dört yıl sürdü. Unutulmaz ve paha biçilmez bir dört yıl. Ona dair her şey ayrı bir kıymete sahipti.
Bir gün babamın Medine’ye geldiğini duydum. Söylenenlere göre amacı ihlal ettikleri Hudeybiye anlaşmasını yenilemekti. Yollar araştırıyor, sebeplere başvuruyordu. Nihayet bir kızı olduğunu hatırlayıp evime uğradı. O müşrik gururuyla Peygamberimiz için hazırlamış olduğum mindere oturmaya kalktı. Hızla çekip aldım. Şaşırdı. “Bu minderi mi kıskanıyorsun benden?” dedi. “Ona Resulullah oturuyor, sen o kıymette değilsin.”diye cevap verdim. Babam da olsa müşrikti. Daha sonra Müslüman olması her şeyi değiştirdi tabii. Dünyalar yeniden benim oldu.
Efendimizden sonra 30 yıl daha yaşadım. Sade bir hayatım olsun istedim hep. Çıkan fitnelerden uzak kalmaya gayret ettim. Resulullah’ın rehberlik ettiği yolda gitmeye çalıştım.
Ben Remle. Kızımdan dolayı Ümmü Habîbe olarak tanındım. Ebu Süfyan’ın kızıyım. Dünyanın en büyük nimeti nasip oldu bana: Resulullah’ın hanımıyım.