Dünyaya geliş, bir evde belirmekten başka bir şey değildir. Bütün dünyayı, doğduğumuz evin pencerelerinden seyreder, görür ve yaşarız. Eve mahkûmuz; sarar, içine alır ve kendine dönüştürür ev. Varlık, olup biten, evimizin pencerelerinin genişliğinden ulaşır. Genişlik nasıl ve ne kadarsa, dünya öyle ve o kadar içeri girer; evin kapısı kadar açılırız. Ev bizi dünyanın hepsinden korur, isteyip alabileceği kadarıyla tanıştırır. Penceremizden görünen ve kapımızdan çıkıp yaşadığımız ne ise, dünya(mız) o kadardır. Zihin ve gönlümüze bu kadarıyla dokunan dünyanın bize ulaşan soru(n)larına cevabımız, evimizin (anne ve babalarımızın) cevabı olur. Dünya ve hayata dair merakımız, ebeveynimizin yaşantısı çerçevesinde giderilir. Ev içi yaşantımız sürdükçe, ebeveynimizin cevap ve yaşantısı yeter gibi görünür, kendilerinde oyalanırız.
Ev Küçük Gelmeye Başlayınca…
Büyürüz ama! Ev doyurmaz olur, küçük gelmeye başlar. Pencere önlerine daha sık gider, gördükçe gözümüzde büyüyen sokak daha çok çağırır, dışarı çıkartır. Evden başlayıp uzaklara uzanan, ara sokaklara sokan adımlar çoğalır. Yol aldıkça, evimizin duvarlarına sinmiş ve oradan bize bakan şeyi eksik, yetersiz görürüz. Kalbimiz farklı olana, ara sokaklara, meydanlara, kuytulara yönelir. Evin kolları gevşer; dışarı, kıymık gibi zihnimize girer. Eve dönüşlerimiz gecikir, dışarıda geçirdiğimiz vakitler çoğalır. Dışarı oyalayan/doyuran şey olurken, ev mecburen döndüğümüz adres yerine geçer. Evdekiler tedirgin olur, dışarının kaptığı şey gibi görürler bizi. Çatışma başlar evde; çünkü “biz” üzerinden dünya ve hayatın fazlası sızmıştır kendisine. İçinde tutamayacağı bir dünya, bir hayatla kalmıştır. Atmak ister bunu. Bu üzer bizi; bu fazlalık oluşumuz. Bir çelişkiyle, trajik olan tercihle kalırız: ev/içi ve ev/dışı arasında bölünürüz.
Daha da büyümüşüzdür. Ev biraz daha daralmış, dışarılığımız daha da artmıştır. Evin dışarısı, alımlı ve kışkırtıcı yüzüyle fitne bulaştırmış, rahatsız etmiştir. Fitne ve rahatsızlık ki yetmezlik duygusu, mahkûmiyete kem bakıştır. Daha çok soru… Bize de bu olmuştur. Evin artık yetmediğini, soru(n)larımıza cevap olmaktan çıktığını anlamışızdır. Evin içi artık tutan bir şey değildir, doyurmamaktadır.
Yaban Gibi Uzaklara…
Daha çok çağrılır, daha kolay kanarız. Dışarı, kısa süreliğine gittiğimiz şey olmaktan çıkar; bizdeki evi azaltır, soyar bizi ondan. Çıplak kalınca üşür, üşüdükçe de sokağı giyiniriz. Dilimiz, giysimiz, bakışımız, yürüyüşümüz değişir. Evden dışarıya, dışarıdan eve yolculuklarımız arttıkça, bize dair şey olmaya başlayan rahatsızlığımız da alevlenir. Evin içiyle evin dışının çatışması bu alevi yükseltmeye yarar. Eve, evdeki benimize yabancılaşırız.
Her yaban gibi uzaklara itiliriz. Huzurun uzakta, gidilmemiş tenhalarda olduğunu düşünürüz. Ezberlenmiş, yaşanmış yakınlıklar doyuramaz olmuştur. Dışarı çıktıkça, yol aldıkça, uzaklaştıkça başka olana açlığımız dirilmiş, başka yer ve şeyler yedikçe de doyumsuzluğumuz artmış, daha fazlasını ister olmuşuzdur. Yedikçe iştahı açılan dev uyanmıştır içimizde. Gezinen yerler, görünen şeyler, cevabı bulunan sorular ve okunan kitaplar, hep yeni olana yer açmaya yaramıştır.